SELEFİYYE-SELEFİLİK
Daha çok bir Kelam ilmi terimi olarak kullanılan bu kelime, Selef'in mezhebi ve görüşü anlamına gelir. Akaid konu ve meselelerinde nass (Kur'an-ı Kerim ve Hadis) da varid olan hususları müteşabih olanlar da dahil olmak üzere, olduğu gibi kabul edip, teşbih ve tecsime (benzetme ve cisimlendirme) düşmemekle birlikte, te'vile (yoruma) de başvurmayan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya selefiyye denmiştir. Bunlar, Hz. Peygamber ile Sahabenin akaid (inanç) hususlarında takib ettikleri yolu olduğu gibi izleyenler diye bilinir.
Tâbiîn mezhep imamları, önde gelen fakihler ve muhaddisler Selefiyye içinde kabul edilirler. Hicrî dördüncü yüzyılda Eş'arî ve Maturidî tarafından Ehl-i Sünnet Kelâm ilmi kuruluncaya kadar yaşamış olan bütün Ehl-i Sünnet âlimleri Selefin görüşlerini paylaşmışlardır.
Selefiyye, ayrıca, bir görüş (mezhep) halinde hicri IV. yüzyılda ortaya çıkmış ve Hanbelî mezhebi mensupları tarafından ortaya atılıp savunulmuş bir görüşü de ifade eden bir terimdir. Bu anlamıyla Selefiyye mezhebi, Selefin akidesini canlandırmayı hedef edinir. Söz konusu mezhep VII. hicrî asırda kuvvetlenmiş, özellikle İbn Teymiye tarafından bu mezhebe yeni fikirler ilave edilmiştir.
Selefiyye, metod olarak nakle ve nassa kesin olarak bağlılığı kendilerine gaye edinmişler, tartışmayı gerektirecek ve çözümü zor olan mesele ve konular ile uğraşmamışlardır. Âyetlerde ve Sünnette bulunan her şeye, meselâ; habere ait sıfatlara ve müteşabihat dahil tartışma götürebilecek konulara teslimiyetle iman etmişlerdir; teşbihten kaçındıkları gibi te'vile (yorum)'de gitmemişlerdir.
Selefiyye, İslâm'a, Yunan düşüncesinin tesiriyle sonradan sokulduğunu kabul ettikleri mantık akıl metodlarını, Sahabe ve Tâbiînin bunları bilmediğini ve kullanmadığını ileri sürerek benimsemezler. Bu sebeple, Mutezile mezhebi ve diğer mezheplerin aksine, mantıkî münakaşa (cedel) ve akıl yürütme metodunu kullanmayıp; akidenin esaslarını sadece Kitap (Kur'an) ve Sünnetten hareketle tesbit ve tayin etmenin gerekliliğini savunmuşlardır. Yani, inanç esaslarının kaynağı nass'lar olduğu gibi; bunların delilleri de oradan çıkarılmalıdır. Bu sebeple Selef mezhebi, Kur'an ve Sünnette yani nass'ta Allah'ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili hususları, mecazi manasına bakmaksızın, olduğu gibi kabul ederler; onları te'vil ve yoruma gerek duymazlar.
Selefiyye, sadece kendilerinin takib ettikleri yolun Kur'an yolu ve metodu olduğunu kabul eder. Onlara göre Kur'an'da İslâm dinine ve Allah'ın yoluna davetin metodu gösterilmiştir:" Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla, en güzel tarz hangisi ise onunla mücadele et" (en-Nahl, 16/125).
Görüldüğü gibi, âyette, irşad için; hikmet, güzel öğüt ve cedel olmak üzere üç derece bulunmaktadır. Hikmet; düşüncede ve fiilde hakikate ulaşmak demek olup, hakkı arayan iyi niyetli kimselere uygulanır. Doğruyu kabul eden, fakat nefsinin arzularına uyanlara güzel nasihat ve bunların hiç birine sahip olmayanlara ise, durumuna göre cedel metodu uygulanacaktır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi (Giriş), İstanbul 1987, s. 87 vd.).
Mu'tezile ekolünün akaid konularındaki aklî yorum ve izahlarına karşı çıkan ve özellikle nass'daki müteşabih (farklı anlayış ve yoruma müsait) ifadelerin te'viline şiddetle muhalefet eden Selef âlimlerinin akaid sistemlerini şu yedi temel prensip karakterize etmektedir:
1- Takdis: Cenab-ı Allah'ı şanına uygun düşmeyen şeylerden tenzih etmek.
2- Tasdik: Kur'an-ı Kerim ve hadislerde Allah'ın isim ve sıfatları hakkında nasıl bir ifade kullanılmış ve ne söylenmişse, onları olduğu gibi kabul etmek; yani, Allah'ı bizzat kendisinin ve peygamberinin tanıttığı gibi bilip tasdik etmek.
3- Aczini itiraf etmek: Bilhassa nass'ta geçen müteşabih ifadeler konusunda tevil ve yorum yapmadan, bu konuda aczini kabul etmek.
4- Sükût (susmak): Yine nass'ta geçen müteşabih ifadeleri anlamayanların, bunlar hakkında soru sormayıp susmaları.
5- İmsak (uzak tutma): Müteşabih ifadeler üzerinde yorum ve te'vilden kendini alıkoymak.
6- Keff: Müteşabih olan hususlarla zihnen bile meşgul olmamak.
7- Ma'rifet ehlini teslim: Müteşabihe giren konuları bilmesi mümkün olan Hz. Peygamber, Sahabe, evliya ve mütehassıs âlimlerin söylediklerini kabul ve tasdik etmek (İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlmi Kelam, İstanbul 1339/1341, I, s. 98 v.d.; Neşet Çağatay - İ. Agah Çubukçu, İslâm Mezhepleri Tarihi, Ankara 1976, s. 191).
Dördüncü hicrî yüzyıldan sonra Selef inancını özellikle Hanbelî mezhebine bağlı olan ulema devam ettirmiştir. Selefiyenin müteahhirinini yani sonraki dönem temsilcilerini İbn Teymiye (751/1350), İbnül-Vezir (840/1436) ve Şevkânî (1250/1834) gibi alimler teşkil eder.
Son derece muhafazakâr bir özellik gösteren Selef akidesi, halk tabakası (avam) için en sade ve güvenilir bir yol olarak kabul edilmiştir. Ancak çeşitli felsefe ve kültürleri tanımış olanlar için, Selefin bu metodu yeterli görülmemiş; bunlar için Ehl-i Sünnet kelamcılarının metodu daha uygun bir yol olarak gösterilmiştir.
Selefiyye mezhebi müstakil ve birlikli bir mezheptir. Ancak, konu ve meseleleri kısa (icmali) ve geniş, teferruatla ele almaları bakımından iki kısma ayrılabilir. Önceki, yani ilk dönem (Mütekaddimîn) Selefiye, icmal ile yetindikleri halde; daha sonraki (Müteahhirûn) Selefiye, tafsile önem vermiştir. Selefiye mezhebine dair ilk bilinen eser İmam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'idir. Tafsile itina edenlerin başında İbn Teymiye bulunur. Selefiye mezhebine mensup olanların hepsi Ehl-i Sünnettendir (İsmail Hakkı İzmirli, a.g.e., I, s. 105 v.d.).
Selefiyyenin tarihsel sürecte gelişimi önemli üç alim eliyle olmuştur.Bu hareketin tarih boyunca ve günümüzde halen en önemli muhalifleri Mu’tezili kelamcılar ve Şia’nın bütün fırkaları olmuştur.
İMAM
AHMED b. HANBEL
Müceddid-i İslam İmam-ı Ahmed b.Hanabel Serahs valisi Muhammed b. Hanbel'in oğludur,
(164 H) 780 de Bağdad'da doğmuş,beş yaşında Kur’an’ı hıfzetmiş, tahsil için
Küfe, Basra; Medine ve Mekke'ye gitmiş, hadis araştırmaları 'için Horasan
Mağrib ve Yemen taraflarını dolaşmıştır. Bağdad'da İmam-ı Şafii'nin yanında
uzun müddet kalmış, ondan ve İmam-ı Ebu Yusuf’tan fıkıh dersi almıştır. İmam-ı
Ebu Yusuf'un ölümünden ve İmam-ı Şafii'nin Mısıra gitmesinden Sonra Bağdat'da
Ahmed’ten fakih ve salih adam kalmadığını bizzat Şafii söylemiştir. İmam Ahmed Mu’tezile'ye
Cehmiyye'ye ve Mürcie'ye Şiia’ya ve diğer sapık fırkalara karşı
şiddetle mukabele etmiştir. Halife Me’mun devrinde
şöhreti her tarafa yayıldı. Kendisine Kur'an’ın mahluk olduğu akidesinin kabulü
teklif edildi, bunu reddetti, "mihne"
tabir edilen bu devir, kelâm ehlinin siyasi iktidarı
ele geçirmesiyle başlamış ve iktidarda kaldıkları müddetçe, tamamiyle felsefeye
dayanan akidelerini,
Kur'an ve hadise dayanan İslam akaidine hakim kılmak
gayesini
gütmüşlerdir. Bu gayeyi
tahakkuk ettirebilmek için, İslam akaidinin
müdafasını üzerlerine almış olan hadisçilere karşı,
şiddetli bir mücadele kampanyası
açmışlar, hapis, kırbaç ve ölüm tehditleriyle en ağır
işkenceleri onlara
reva görmü şlerdir.(Münakaşalar_ Talat KOÇYİĞİT DİB Yayınları) Me’mun, imamı cezalandırmak için Ordugahına
getirtmiş ancak imama ilişemeden
ölmüştür.Bunun üzerine Yeni halife Mu’tasım İmam Ahmed’i zincirleterek huzuruna
getirtmiş ve orada üç gün boyunca Mutezile imamları tarafından sözde imtihana
çekilmiş ancak imam Ahmed bunların iddialarını çürütünce işi zulme dökmüşler
ve . Nihayet imtihanların üçüncü günü
Halife, her çe şit tehdit
ve temennilerin yine faydasız kaldığını görünce,
adamlarına Ahmed ibn.
Hanbel'in kırbaçlanması emrini vermiştir. Kırbaçlanma
olayı, İbn Hanbel’in
tercumesi ile ilgili kaynaklarda mufassal olarak
anlat ılmıştır Biz şu kadarına
işaret edelim ki, bu olay, Halife ve adamlarının gözü
önünde cereyan
etmiş , her iki kırbaç vuruluşunda, vurucu de ğiştiği
gibi, Halife de bu aradan
istifade ederek Kur'an hakkında bilinen suali sormuş,
fakat Ahmed'ten arzu
ettiği cevabı alamamıştır. Bunun üzerine adamlarına
işaretle yeniden
kırbaca başlamalarını emretmiştir. Bu olay, Ahmed
İbn, Hanbel bayılıncaya
kadar devam etmiş,
vücudunda açılan yaraların tedavisinden sonra zulum devam etmiştir. Öyle ki
bağrsaklarının dışarı çıkacağı kadar ağır işkenceye uğratılmıştır.Bu halde dahi
Müslümanlara örnek olmuş cuma ezanı okununca gardiyanı çağırmış ve namaza
çıkmak isteğini bildirmiştir. Kendisi namaza çıkarılmamıştır. (Münakaşalar_ Talat KOÇYİĞİT DİB Yayınları) Mu’tasım
onu iki yıldan fazla hapsetti.Ancak halkın saray etrafında toplanıp
homurtuların yükselmesiyle Mu’tasım bir isyandan korkarak Hicri 219 da imamı serbest
bırakmak zorunda kalmıştır. İmam Ahmed sürgüne gönderilerek ve ilmi
faaliyetleri kısıtlanarak serbest bırakılmıştır Baskılar gevşedi ancak bu
durumdan memnun olmayan mu’tezililer halife vasık döneminde telkinlerinin
sonucunu aldılar ve Hadisçilere yönelik zulum tekrar başladı .Ahmed İbn Hanbel,
el-Vasık tarafından imtihan edilenler arasında
mevcut değildir. Halife, ya onun zor kar şısındaki
sabrını bildiği, yahutta
el-Mu’tasım’dan sonra ikinci defa onun i şkenceye
maruz bırakılması halinde,
halkın buna rıza göstermiyeceğini düşündüğü için onu
imtihana çekmemiş
olacaktır. Bununla beraber ona haber göndermiş ve
"kendisinin bulunduğu
arzda oturmamas ını"
emretmiştir. Bu sebebledir ki Ahmed, el-Vasık'ın
hayatta kaldığı müddetçe gizlenmiş ve ancak ölümünden
sonra evine dönmüştür. (Münakaşalar_ Talat
KOÇYİĞİT DİB Yayınları)
..« KUR’AN’DAN ŞÜPHEYE DÜŞTÜKLERİ HUSUSLARDA ZINDIKLARA VE CEHMİYE’YE
REDDİYE
» adlı bir eser
yazarak bu meselelere cevap vermiştir. Daha sonraları Halife Vasık zamanında serbest
kaldı, Mütevekkil ise onu kendisine müşavir edindi. Devir, akliyecilikten
nasçılığa geçti,”ve bu dönem fikir hareketlerine, kelamcılığa, ve bilhassa
mu’tezileye karşı şiddetle hareket edilmesine sebeb oldu.”Tarzındaki iftiralar
Mu’tezile tarafından yüzyıllar boyunca yayılmaya çalışılmıştır. O mu’tezile
gibi siyasal iktidar yoluyla onlarla mücadele etmemiş ve fikri olarak onları
mağlup etmiştir.Mu’tezile nin meşhurlarından olan Ebul Hasen el Eş’ari İmam
Ahmed’le yaptığı münazaradan sonra tövbe etmiştir.İmam hayatı boyunca bid’atçı
olduğu bilinen hiç kimseyle ne konuşmuş ne de ders halkasına almıştır.Davud
ez-Zahiri’de aynı nedenle kendisiyle görüşememiştir.
(241 H.) 859 tarihinde 77 yaşında Bağdad’da ahrete
intikal etmiştir.. İbn-i Halegan, öldüğü gün Hırisıiyan, Yahudi ve Mecusilerden
20.000 kişiin-in Müslüman olduğunu ve cenazesinde 80.000 erkek ve bir o kadar
kadının hazır bulunduğunu kaydeder. En meşhur eseri «Müsned» dir.Bu eserde
35.000 hadis cem etmiştir. Hadis ilminin büyük
imamlarından sayılır. Pek çok kimseler ondan hadis
rivayet etmişlerdir. Buhari, Muslim ve Begaviı onun çıraklarındandır. Hadise,
tarihe ve kelama dair eserleri vardır. Ameld’e başlı başına i,bir mezheb
güderdi, bir çok kimseler onun yolunda yürümüşlerdir. Akaid de Kur'an yolunda
ve
Selef mezhebinde yürüdüğü halde Selef yolunu daha
sistemleştirmiştir.Bu bakımdan amelde olduğu kadar itikatta da Hanbeli’liğin
imamı sayılmıştır,
Yörükan’ın “Ahmed b.
Hanbel fikir hürriyetini kabul etmiyen bir adamdl, rey ve içtihat sahiplerine
taan eder ve Kur'an ayetlerini tevil edenleri tekfir ederdi. Mütevkkil'den
sonra onun bu mezhebi bir müddet hükmünü sürdü, fakat Abbasi devletinin medeniyette
gerilemesine ve tedricen kuvvetten
düşmesine yol açtı, akidesi ve fıkhı çölde yaşayanlar
ve bedeviler arasında kaldı. Selef mezhebinin daha münevver ve genişletici yolu
ve Ebu Hanife akidesi daha ziyade revaç buldu;” iddialarına gelince…
İmam Ahmed Selefin en önemli ve Ehli Sünnetin kalesi
olarak vasıflandırılmış çok önemli bir şahsiyettir.Fikir özgürlüğünden neyin
kastedildiğini bilemiyorum.Ancak bu cümlelerde ki kin ve nefreti fark etmemek
mümkün değildir. Bunun sebebi kendisinin Mu’tezile itikadına sahip olması ve
İmamın bu gün bile kendisinin kabrinden takipçilerinin ise şahsen bu kişilere
gereken cevapları vermesinde saklıdır.İmam İslam dinini tahrife yönelik ve
fikir hürriyeti kisvesi altında seyreden tüm zararlı fikirlere asla geçit
vermemiş, bunu yaparken Mu’tezilenin kendisine karşı yaptığı gibi asla şiddet
işkence ve baskı uygulamamıştır. Şiar edindiği üzere KİTAP VE SÜNNETten
delilleriyle zararlı telakki ettiği fikirleri çürütmüştür.Selefi düşünceyi
ekonomik, imari ve siyasal olarak gerilemenin müsebbibi olarak göstermeye
çalışması ancak kendi iç dünyasında Yunan medeniyetinin günümüz temsilcisi olan
Hristiyan batının etkisinde ne kadar çok kaldığının açık bir göstergesidir diye
düşünüyorum.Hanefi mezhebinin yaygınlaşma nedeni olarak biraz tarih okuyan
herkes Abbasi devletinin bu mezhebi devletin
resmi mezhabi yapmaları ve bunu halka dayatmaları olduğunu
bilir.Arkasından aynı süreç Osmanlı İmparatorluğu ile devam etmiştir.
Moğolların istilasını ve tarikatların yayılmasını
bile Hanbeli’liğe mal etmek artık
düşmanlığın bu kadarına da pes dedirtecek bir haleti ruhiyeyi işaret
etmektedir..
ŞEYHU-L
İSLAM İBN-İ TEYMİYYE
1.Müceddid-i İslam Şeyhu-l
İslam Takiyyüddin Ahmed İbn-i Teymiyye, bir çok alim yetiştirmiş bir sülalenin
evladıdır, babası Abdulhali Hanbeli imamlarından, anneleri, halaları alim
kadınlardandı. Soyadının, bunlara, ilimde şöhret kazanmış olan Teymiyye
adındaki büyük annelerinden geldiğini söyleyenler vardır.
(661 H.) 1262 de Harran'da doğmuştur. Moğolların
tazyiki üzerine ailesiyle Harran'dan Şam'a göç ettiği zaman beş yaşında idi;
babasından, hanefi, hanbeli ve şafii alimlerinden ders almıştır.
Hayatında 200 kişiden ders aldığı rivayet ediliyor.
Şüphesiz bu hocaların çoğu hadis ravisidirler. 15 yaşında va'zetmeğe, 17
yaşında eser yazmağa başlamıştır, 21,. yaşında ilim ve mubahase
meclislerindetemayüz etmiş ve o günlerden itibaren şahsiyeti etrafında taraftar
ve aleyhtar gurupların teşekkülüne sebeb olmuş, bu yüzden de defalarla hapse
girmiştir. Fikrini pervasız söyler ve maruf- u emirden çekinmezdi. Onun
yetiştiği devirde kelamcılar. mantık ve felsefeyi, dini esasları müdafaada esas
tutmuşlar ve akliyeciliğe önem vermişlerdi. Batiniler her tarafta davetlerini
artırmış, Şiiler Moğollara dayanarak kuvvetlenmişler, eserler yazarak nüfuz
kazanmışlardı. Durumdan faydalanan sofiler tarikatlar kuruyor ve halkı istismar
ediyorlardı. İşte bu sıralarda İbn-i Teymiye yetişti, Ahmed b. Hanbel'in yolunu
tuttu, selef yolunu savundu, kelam sistemine hücum etti, tasavvufu reddetti,
Batiniliği ilhat ve Şiiliği dalalet saydı ve' Ahmed b. Hanbel' in yolunıu
yeniledi.
İbn-i Teymiyye
bunlarla mücadeleye başladı;«Hikem-i Ataiyye» sahibinin etrafında toplanan
tarikatçıların çoğu, tarikatçılığı terk ettiler. Rufailer, İbn-i Teymiyye'nin
aleyhinde tahrikte devam ediyyorlardı.
Kendisini
fukahadan çekemeyenler de çoğaldı. Her zaman olduğu gibi din tacirleri
kendilerini dindar, hakiki alimleri ve fikir adamlarını sapık göstermek ve
cahilleri istismar etmek için harekete geçtiier, Baybars'ı onun aleyhine kazandılar,
bu sebeple Şam'da yapılan muhakeme ve mubahaselerle iktifa edilmedi, İbn-i
Teymiyye Kahire'ye getirildi, hapsedildi, Şam'a gönderildi, yine hapsedildi ,
ve (728 H.) 1327 de 67 yaşındayken hapiste ahrete intikal etti.
İbn-i Teymiyye bir çok eserler bıraktı. İbn-i Kayyim
,İbn-i Kesir ve Zehebi gibi büyük alimler yetiştirdi.
Eserlerini müsveddesiz yazdığı için yazdıklarının bir
çok yerlerinde tekrarlar vardır. Talebeleri bu eserleri çoğaltarak yaydılar.
Bunlardan «(Minhacüs-Sünne» adlı eseri Mu’tezile ve Cehmiyye'yi ve bilhassa Şiileri
red için yazmıştır. Bu eser onun dinlere ve mezheplere olan derin vukufunu
gösterdiği gibi “Beyanu mevafıkhun sarihu
makul el sarihul makul”(Sarih
akılla,sahih naklin uyuşması) adlı eseri de kelamcılara karşı yazılmıştır, onun
İslama sokulan felsefi cereyana olan nüfuzunu
göstermektedir. Nitekim “Erreddu ala akaidul felasife” adlı eserini de
filozoflarıve mutasavvfları red için yazmıştır. Bu mevzuda yazılmış birçok
eseri daha vardır.
2.İbn-i Teymiyye, fıkıhta müçtehit ve itikatta da
imamdır. Hanbeli olduğu halde ahkam ve furu'da bu mezhebe muhalif fetvaları
vardır. Talebesinden İbn-i Kayyım'ın yolu da budur, her ikisi zamanın
ihtiyacına ve masIahat icabına göre fetva verilmesinin lüzumuna kani idiler.
Hükümlerinde, imamların içtihadına ve nakillerine değil, birinci derecede
delillere dayanırlardı.İcabında Hanefi veya Şafii ve Maliki usulüne göre hüküm
verir ve bazan kendi kanaatlerine göre yeni içtihatlarda bulunurlardı.”Subutu
kati olan” sözü mu’tezilenindir.Onlar”Kur’anın subutu kat’i.Delalet ettiği mana
kat’i değildir”diyerek kendi hevalarından bir kaide ihdas etmişler.Bununla
ayetleri istedikleri gibi te’vil etme amacını gütmüşlerdir.Allah ise “Al-i
İmran 3/7” ayeti ile bu arzularda olanları kalblerinde eğrilik olanlar “diye
vasıflandırmıştır.İbn-i Teymiyye'ye göre delil, Kur’an ve Sahih sünnettir.
İcma, Kur'an ve hadise dayanırsa muteberdir. Dört mezhep müçtehitleri bir
maddede ittifak etseler de bu,
icma sayılmaz, bunların icmalarına ve her birinin
içtihadına muhalefet caizdir. Herhangi bir müçtehidin bir meseledeki
içtihadının delili bilinmedikçe onu taklit doğru değildir. Çünkü insanlar
Kur'an'ı ve bütün hadisleri ihata etmiş değillerdir. Ebu bekir ile Ömer
Peygamberin daima yanında bulundukları halde, bazan sonradan muttali oldukları
delile binaen içtihatlarından dönmüşlerdi.
Bu hal diğer müctehidler için de böyledir.
Binaenaleyh asıl dayanak nasdır.
İbn-i Teymiyye, akaid hususunda da İbn-i Hanbel'e
mezhep gayretiyle bağlı değildir; selef yolunu müdafaa ettiği halde seleften ve
İmam Ahmed’ten ayrıldığı yerler vardir. Allah'ın zatına - ve sıfatlarına dair
ayetleri ve sarih hadisleri zahir manalarıyla alır ve müdafaa ederdi, temsile
gitmezdi, sahih olan tevili kabul ederdi. Ona göre tevil bir şeyi aslına irca
etmek, demek olduğundan, bir kelimenin kullanılıştaki manasını, kelime cezrinin
vazedildiği hakiki manaya.götürmektir.Yoksa zannedildiği gibi akıl ile
bağdaştırmak arzusuyla münasip bir mana arayarak,mecaza veya iltizami manaya
gitmek demek değildir. O, akıl ile nakli iki ayrı kuvvet veya birbirine zıt
şeyler gibi almaz. Akıl, delildir, fakat şer'in içindedir, naklin karşısına
konulamaz; böyle bir şey şeriatin gayri akli olduğunu iddia etmek olur. «(Doğru
aklın, sarih nakle uygunluğunu beyan» adlı eserini bu kanaatini savunmak için
yazmıştır. Eserinde, Kadı Ebu bekir-i Baklani'den berisöylenen, makli
delillerle akli deliller taaruz edince akıl tercih olunur; nakil tevil olunur»
sözünü Fahreddin-i Razi'nin ve tabilerinin bir külli kanun haline soktuklarını,
bazılarının da sem’i delilleryakın ifade etmez» davasını bir kaide olarak buna
eklediklerini ele alarak böyle bir zanna kapılmaya mahal olmadığını savunur. Bu
esastan hareketle İbn-i Teymiyye, İslam tarihinde yeni bir çığır açmış ve sem’i
delillerin yakın ifade etmekte daha kuvvetli bulunduğunu bu esasa dayanarak
izah etmiştir. Eğer akıl bir dini hükmü idrak etmezse, kusur hükmün değil
aklındır, binaenaleyh esas, din ve nakildir, akıl idrak ve tasdik edicidir. Bu
ise aklın nakle veya naklin akla tercihi meselesi değildir, zira böyle bir dava
akıl ile naklin muaraza halinde olduğunu kabul etmektir. Buna ise
hiçbir sebep yoktur. çünkü nakil, akıllı sözüdür ve
akıllıya söylenir. Diğer tabir ile nakil akıl içindir,akılsız nakil olamaz.
Yani, menşe ve gaye itibariyla kaynak aynıdır. Bunlardan birini çürütmek
diğerini çürütmektir. Bundan başka insanlarda akıl farklılıkları vardır. Keza
insanın bugünkü aklı ileyarınki aklı da birbirine uymaz; Bu ise işlerde kargaşalık
ve düzensizlik doğurur. Nakil isedaima birleştiricidir. Menşeini akıldan aldığı
halde sabit bir hakikattir. Binaenaleyh tercih edilmek vasfı naklindir. Bunun
için İbn-i Teymiyye, bütün eserlerinde kitap ve sünnetin yeterliğini ispata
gayret etmiş ve bunun haricindeki fikir hareketlerini bid'at ve peygamber
zamanında va’z edilen esaslara ve hükümlere bir şey ilave etmeyi, cinayet
saymıştır.
İbn-i Teymiyye akıl ile naklin uygunluğu esasına
dayanarak nakli kuvvetli bulduğu için
mantık ve felsefeye karşılık olan kelam ilmini
reddeder. Fikrince, bu gibi fikriyat ile uğraşanların kalbinde rusuh ve itminan
olmaz, Mu’tezile kelamına dayanarak selef yolunu kuvvetlendirmeyeçalışan
Eş'ari, birçok yerlerde afalladığı gibi, felsefi kelam sistemini güden Gazali
ve Razi, vicdani kanaatlarını huzura kavuşturamamışlardır. Bu huzursuzluk başka
yolların aranmasına sebep olmuş, bu yüzden de tasavvuf yolunun revacı
artmıştır. Tasavvuf ise tamamen indidir ve menşe itibariyle islami olmıyan bir
tefekkür tarzıdır. Bunlar tevhid akidesini sarsacak kadar ileri gitmişler;akıl
ve nakil mebdelerinden başka bir delile, mükaşefe usulüne sapmışlardır ;
mükaşefeeğer sahih ise ancak sahibine delil olur, ilim mevzuu olamaz. Kaldı ki
bu, şahıslara göre değişirve akidelerde karışıklığı mucib olur
3•İbn-i Teymiyye'nin nakli esas alan bu sistemi onu,
tevhidin yalnız imandan ibaret olmayıp amelle beraber olduğu neticesine
götürmüştür. Ona göre tevhid Allah'ın varlığına ve birliğine
imandan ibaret değildir. Mekke müşrikleri de yeri,
göğü yaratan bir Allah'ın varlığını kabul ederlerdi, fakat bir takım vesileler
ittihaz ederler ve ibadetlerini aracılarla yaparlardı. Müslümanlıiğıntevhidi,
ibadetleri doğrudan doğruya Allah'a yapmak, mabudun birliğini tanımaktır.
Binaenaleyh Peygamber'in bildirdiği ve fiilen tatbik ettiği veçhile ameller ve
ibadetlerle Allah'ı tevhid etmek lazımdır. Bu ise duayı Allah'a yapmak, şefaati
ondan istemek ve vesile ittihaz etmemekle olur.
Zira hidayet Allah'tandır, Peygamber şahit ve tebliğ
edicidir. Allah'a has olan şeyleri Peygambere,Peygamber'in kabrine ve diğer
kabirlere teşmil etmek şirkten başka bir şey olamaz.
İbn-i Kayyim-i Cevzi, hocasının bu esasına dayanarak
tevhid iki türlüdür, diyor: Biri tevhi!d-i marifet ve ispattır ki Allah'ın birliğine imandır; diğeri tevhid
fi't-taleb ve'l-kasd'dır ki bu da bütün ibadetleri Allah'a tahsis etmek ve
bunları fiilen vücuda getirmektir. Allah'ın zatını, sıfatlarını,isimlerini,
kelamını, kaza ve kaderini, kudret ve iradesini, hikmetini ikrar ederek iman
etmek birinci tevhide ;yani tevhi!d-i marifet ve ispat’a girer .Allah'tan başkasına ibadet etmemek, gizli ve aşikar
şirkten sakınmak ve ibadetleri ve dini emirleri yerine getirmek ise ikinci
tevhide yani tevhid fi't-taleb ve'l-kasd’a
girer. Tevhidin bu anlayışına dayanarak o, türbeleri, kahinleri, ölüleri
vesile ittihaz etmemek, imam-ı masum veya kaim(şia’nın mehdi’si) veya mürşid-i
kamil fikirlerini reddetmek, asıllarını
va’z ile bu tevhidi yerine getirenler için Allah'ın ikramda' bulunacağını ve
onları cezalandırıp mükafatlandıracağını söyler
4• Bu asıllardan hareketle bir takımkutupların,
gavsların ve abdalların' bulunduğunu kabul ile onların tasarruf sahibi olduğuna
inanmanın açıkça şirk olduğu neticesine varır. Bir insan anasının, babasının,
hocasının ve büyüklerininkabrini hürmeten ve onlar için Allaha dua maksadıyla
ziyaret edebilir, ama ölüden feyz almak ve ondan istiane/yardım istemek
maksadıyla yapılan ziyaretin mahiyeti değişir. Bu sebeple de peygamberlerin ve
velilerin kabirlerini ziyaret niyeti ile sefer/yolculuk yasaktır. Kabirler üzerine
kubbe yapmak ve mescid yapmak, mescit içine kabir 0ymak ve onlara niyaz etmek,
Hızır’ın ve İlyas’ın sağ olduğunu kabul etmek, öldükten sonra herhangi bir
zahidin tasarufunun ve tesirinin devamını kabul emtek,tevhid akidesine
aykırıdır. Bunlar karnilen bid'attır. Bid'atın dereceleri şirkten dalalete
kadar uzanır.
Ehli beyte sövmeK, eshabı seb/kötüleme- etmek, birinci nevidendir.
Cuma namazına zuhr-u ahir namazını eklemek tesbih çekmek ise ikİnci
nevidendir.
İbn-i Teymiyyeden ve çıraklarından sonra ancak onun
eserlerini bulup okumağa muvaffak olanlar onun yolundan gittiler. Bir çokları
ve sofiler ile tarikatçılar ise aleyhine yürüdüler. Bu hücumlar onun eserlerini
okuyup, tenkit etmek suretiyle yapılmadı, tahayyüli olarak, madem ki İbn-i
Teymiyye nakli esas alır ve Kur'anın zahiri manasından ayrılmayı kabul etmez ve
Ahmedb. Hanbel'in yolunu güder, şu halde İbn-i Teymiyye de mücessime dendir,
dediler. Ve Allahın mekanı, eli, ayağı vardır gibi akideleri ona nisbet
ettiler. Nitekim allame Celaleddin-i-Devvani, «Akaid.,.i Adudiye Şerhin de, “er-rahman
alel arş isteva”bahsinde İbn-i Teymiyye'yi mücessimeden Sayar.
5; İbn-i
Hacerel-Heytemi « Şemail Şerhinde, İbn-i Teymiyye Allaha cihetve cismiyet isbat
etmek için bir çok deliller getirmiştir, diyor. İbn-i Batuta ise: Şam'da camiye
gittim, İbn-i Teymiyye cuma günü va'z ediyordu: «Ben bu merdivenden nasıl bir
basamak iniyorsam, Allah dünya semasına öyle indi “dediğini kayd eder.İbn-i
Batuta bir seyyahtır.Onun sözü ancak coğrafya ve kültür ekoloji alanında itibar
görür.Gelen haberler ibn-i Temiyenin” Ben bir insanım benim merdivenden inişim
kul olaraktır, Allah ise kendi şanına yakışır şekilde dünya semasına
iner.”demiştir.Allah bu mesnedsiz iftiralardan İbn Teymiye’yi _(rha)korumuş ve
günümüzde takipçileri hızla çoğalmıştır.
6• Halbuki İbn-i Teymiyye'nin bütün eserleri bu
sözleri yalanlar. «Minhac üs-Sünne'nin birinci cildinde sayfa 237 - 261
mücessimeyi ve müşebbiheyi redde dair uzun bir bahis yazmış ve ehli Sünnet'den
Ahmed İbn-i Hanbel'den
böyle bir söz gösterilemez demiştir.Hatta bunlar
Allah'ın dünyada görülemeyeceğinde müttefiktirler. Binaenaleyhbunlar kamilen
iftiradır, demiştir? İbn-i Teymiyyeyi tasvip eden ve aleyhte bulunanbu iki
fikir sürüp gitti..
MUHAMMED B.ABDULVEHHAB
Müceddid-i
İslam Şeyhulislam Muhammed b.Abdulvehhab Necid bölgesinde Al-u Şeyh’ler olarak
bilinen ilim ehli bir aileye mensuptur. Eş-Şeyhu'n-Necdî lakabıyla bilinen
Muhammed bin Abdülvehhab'ın (d. 1703 Uyeyne - ö.1787 Deriye, Riyad) düşünceleri
çevresinde oluşan dinî, siyasî hareket. Harekete Vehhabilik adı karşıtlarınca
yakıştırıldı. Hareket içinde yer alanlar, kendilerine Muvahhidun (tevhidciler)
derler ve Hanbelî mezhebini İbn Teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini
söylerler. Muhammed b. Abdulvahhabın
yetiştiği sıralarda bazı Hanbeli alimler arasında onun yolunu güdenler vardı.
Muhammed b.Abdulvehhab bunlardan ders almıştı. Necid halkının bu akidelere
intibak edeceğini sezdi, meselede çekicilik de vardı.
Peygamber ve, dört halife devrine avdet,Selef mezhebine yapışmak, islamda
samimi olan hemen herkesin istediği bir şeydi. Hareket memlekette çoğalan
muhtelif mezheplerive muhitte yaşayan kabileleri birleştirici, şiiliği,
tarikatları ve çapulculuğu kaldırıcı mahiyette
idi.
Hanbeli mezhebini saf hale irca etmek, Kur'ana sarılmak ve hakiki tevhid dinini
ihyaetmek davası ile İbn-i Abdulvahhab faaliyete geçti
Vehhabi hareketi selefe ve asr-ı saadete dönüş hareketi olarak başlamakla birlikte, kısa zamanda siyasî bir nitelik kazandı. Arap yarımadasında etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. Günümüzde, Suudi Arabistan'ın resmî mezhebi durumundadır.
Muhammed İbn Abdülvehhab'ın düşünceleri, Deriye Emiri olan Muhammed bin Suud ile tanışmasıyla (1744) siyasi bir hareket niteliği kazandı. İbn Abdülvehhab, Deriye'de düşüncelerini Emir Muhammed'in gücü ile yayarken, Emir Muhammed bu düşüncelerle Arabistan'a hakim olma imkânını kazanıyordu. Çünkü İbn Abdülvehhab, insanların şirk içinde bulunduğunu, bunların mal ve canlarının kendisine inanan kişilere helal olduğunu söylüyor, Emir Muhammed bu fetvanın getirdiği ganimet olgusuyla yandaşlarını çoğaltıyor, gücünü artırıyordu. İbn Abdülvehhab'ın ölümünden sonra hareketin siyasî niteliği daha da ağırlık kazandı. Muhammed bin Suud döneminde başlayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oğlu Abdülaziz zamanında da sürdürüldû.19. yüzyılın başlarına gelindiğinde (1811) Vehhabilik adına hareket eden Suud Emirliği Haleb'ten Hind Okyanusuna, Basra Körfezi ve Irak sınırından Kızıl Deniz'e kadar yayılmış bulunuyordu.
Vehhabi hareketinin Osmanlılar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine II. Mahmud, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'yı sorunu çözmekle görevlendirdi. Mehmet Ali Paşa, oğlu Tosun komutasındaki orduyla Mekke, Medine ve Taif'i Vehhabilerin elinden geri aldı (1812-13). Daha sonra bizzat Emir Abdûlaziz'in üzerine yürüdü. Emir Abdulaziz'in ölümü (1814) üzerine Vehhabiler ağır bir yenilgiye uğradı. Nihayet Mehmet Afi Paşa'nın kumandanı ibrahim paşa, Abdulaziz'in yerine geçen oğlu Abdullah ve çocuklarını esir ederek İstanbul'a gönderdi. Bunların İstanbul'da asılarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile Vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandı.
Savaş sırasında kaçarak kurtulmayı başaran Suud hanedanından Türki bin Abdullah, Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci Vehhabi devletini kurmayı başardı. Daha sonraları bir takım çekişmeler olmuşsa da Suud hanedanından Abdülaziz bin Suud, Vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). Hindistan İngiliz yönetiminin de desteğini sağlayan Abdülaziz bin Suud 26 Aralık 1916 tarihli anlaşma ile İngilizlerce Necd, Hasa, Katif, Cubeyl ve kendisine bağlı diğer bölgelerin hükümdarı olarak tanındı. Bu anlaşmaya göre Abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarına bırakacak ve kendisinin seçtiği veliaht da İngilizlere bağlı kalacaktı.
Osmanlıların yenik düşmesiyle sonuçlanan.1. Dünya Savaşı'nın arkasından Vehhabiler Hail, Taif, Mekke, Medine ve Cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). Abdülaziz bin Suud, Necd ve Hicaz Kralı olarak kabul edildi (1926). 20 Mayıs 1927 tarihinde İngiltere ile yapılan Cidde anlaşmasının arkasından da tam bağımsızlığını ilan etti. Böylece Abdulaziz bin Suud, suudi Arabistan Kralı olarak tüm Hicaz'ı egemenliği altına altı. Bu devlet, Suudi Arabistan Krallığı adıyla varlığını sürdürmektedir.
HAREKETİN DİN ANLAYIŞI
Muhammed bin Abdülvehhab'ın üzerinde önemle durduğu tevhid (Allah'ın birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanır. İbn Abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta Allah'ı bir tanımaktır. Tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek Allah'tan başka tapınılan şeyleri,öğrenip tanımadıkça bir anlam ifade etmez. Allah kalble, dille ve amellerle birlenmelidir. Bunlardan birisinin eksik olması durumunda kişi Müslüman olamaz. Tevhid konusunda Şeyhul İslam İbn Teymiyye medresesinin tasnifini detaylandırmıştır.Tevhid üçe ayrılır. İlki, Allah'ı isim ve sıfatlarında birlemek (tevhid-i esma ve sıfat), ikincisi Allah'ı rablıkta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de Allah'ı ilahlığında birlemektir (tevhid-i uluhiyet).(Kitabu-t Tevhid-M.b.A.vehhab) Allah'ı bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. Buna göre Kur'an ve Sünnet'in dışında emir ve yasak tanımamak, Hz. Muhammed'in döneminde bulunmayan şeyleri ve tevessülü terkederek Allah'ı birlemek gerekir. Bu tevhide ameli tevhid de denir. Herhangi bir hüküm koyucu tanımak, Allah'tan başkasından yardım dilemek, Peygamber için bile olsa, Allah dışındaki bir varlık için kurban kesmek, adakta bulunmak kişiyi küfre düşürür,eğet tövbe edip tevhide dönülmezse can ve mal dokunulmazlığını ortadan kaldırır.
Bu tevhid anlayışının getirdiği önemli sonuçlar vardır. Bunlardan birisi, Hz. Muhammed'den şefaat talebinde bulunulamayacağıdır. Şefaat, Allah'a özel bir haktır. Bu nedenle Hz. Muhammed'den doğrudan şefaat talep etmek, onu Allah'a ortak tutmaktır. Nitekim müşrikler de Allah'ı kabul ettikleri halde, melekleri, putları şefaatçi kabul ettikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaat inancı gibi yaygın olan tevessül inancı da şirktir. Tevessül inancı, daha çok mutasavvıflar arasında yaygındır. Bir takım şeyhlerin, veli olarak telakki edilen kimselerin hem hayatlarında, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarına inanılmakta, onların himmetleri dilenmekte ve aracı kılınmaktadırlar. Bu da açık bir şirktir. Çünkü Allah'ın yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, işleri düzenleme ve belirlemede ortağı yoktur.
Selefiliğin en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karşısındaki tutumudur. İbn Abdülvehhab'a göre sahih sünette sabit olduğu üzere ,Kur'an ve Sünnet'te olmayan her şey bid'attır. Bir bid'at çıkaran mel'undur ve çıkardığı şey reddedilmelidir. Bid'atların çoğu insanları şirke düşürmektedir. Bunların başında mezarlar, türbeler ve bunların ziyaretleri gelir. Mezarlarda yapılan ibadetler şirktir. Sevap umarak Hz. Muhammed'in kabrini ziyaret bile şirke neden olabilir. Şirke neden olmamaları için, dine aykırı mezar ziyaretleri , türbe yapımı kesin olarak yasaklanmalıdır. Ölülere niyaz, dua,tevessül, falcılara, müneccimlere inanmak, Hz. Peygamber'in anısını yüceltmek, hırka-i şerif, sakal-ı şerif ziyaretleri yapmak, Allah'tan başkasına ibadet etmek, şirk koşmaktır. Mevllit toplantıları düzenlemek, bu toplantılarda mevlid okumak, rabıte sünnetler ve Peygamber’in kıldığı isimli nafile namazlar dışındki namazları (Evvabin,berat gecesi namazı v.s)kılmak yasaklanmalıdır. Göz değmemesi için nazar boncuğu takmak, muska takınmak, ağaç, taş vb. şeyleri kutsal saymak, bir hastalık ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayı gibi şeyler takınmak, sihir, büyü, yıldız falı gibi şeylere inanmak, iyi kişilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardım dilemek gibi şeyler de tamamıyle şirke neden olan bid'atlardandır. Riya için namaz kılmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çıkar sağlamak da küçük şirktir. Cami ve mescidlerin süslenmesi, duvarlarına sahabe isimleri yazılması da terk edilmesi gereken bid'atlardır.
Vehhabi hareketini oluşturan selefi düşünceler, birçok çağdaş Müslüman düşünürü etkilemiş, onlara esin kaynağı olmuştur. Günümüzde ise, önemli ölçüde değişime uğramış biçimde, Suud Krallığının resmî görüşü olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır.Bu hareket ayrı bir oluşum değil.Bilakis tarih boyunca İmam Ahnedb.Hanbel ve İbn Teymiyye medresesinin iziide devam eden bir harekettir.
Selefi hareketi belli şahıslara bağlı olmadan dünyanın hemen her yanındaki Müslüman ülkelerde ve Müslümanların yaşadığı küfür ve şirk beldelerinde kendine taraftar bulmaya ve varlığını muhafaza etmeye devam etmektedir.
(Temel bilgiler Şamil İslam Ansiklopedisinden alınmıştır.)
EBU DAVED
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder