9 Nisan 2013 Salı

EHLİ SÜNNET VE ŞİA ARASINDAKİ ANA FARKLAR






 
 


 Peygamberimiz'in (sav) bir ömür süren davet ve gayretlerinin Ehl-i sünnetler ile Şî'a arasında tecellî eden iki zıt sonucu ve şekli., dâvetini bütün insanlığa yönelten ilâhî bir dinin dört özelliği ve şartını tesbitle işe başlamak istiyoruz.

 
1. Ümmetin sonradan gelecek olan nesillerine örnek olacak onlara dini dosdoğru öğretecek  bir nesil (örnek nesil) yetiştirmek.


2. Böyle bir dinin Peygamberinin (sav), filozof, imparator, devlet kurucusu gibi şahıslardan farklı olması; aile, hayatı, ahlâkı ve refah seviyesi bakımından farklı ve örnek vasıflar taşıması.


3. Böyle bir dinin kitabının Allah tarafından korunması, bozulmaması, değişmemesi ve mükellefler tarafından anlaşılması için gereken hassasiyetin gösterilmesi.


4. Günahtan ve yanılmadan berî (uzak) olmak, gerektiğinde dinî hüküm koymak ve insanları irşad etmek vasıflarının dinin Peygamberine ait bulunması ve bu konularda Ona, başkasının ortak olmaması.


Bu özellik ve şartları alimler ve tarihçiler tarafından deliller ve tarihî örneklerle açıklanıp  isbat edilmiştir.

Bu maddeleri  Ehl-i sünnet ve Şîî anlayışlarına göre değerlendirelim ve hangi anlayışa (mezhebe) göre İslâm'da bu şartların gerçekleştiğini araştıralım:


1. Ehl-i sünnete göre hz. peygamber (sav) ashâbını örnek bir nesil olarak yetiştirmiştir;Sahâbe İslâm ümmetinin en faziletli kesimini teşkil etmektedir, Allah nezdinde onlardan daha üstün iman, ihlas ve fedâkârlık derecesinde bir nesil yoktur.
Şîîlere göre birkaç sahâbî dışında (bunlar:Eba Zwe,Mikdat b.Esved,Selman-ı Farisi’dir) bütün ashâb Münafık,hâin, zâlim, menfâat ve saltanat düşkünüdür, sahâbe örnek bir nesil değildir.

2. Ehl-i Sünnete göre Hz. Peygamber (sav) âilesine ve çocuklarına, ashâbın refah seviyesinin altında bir hayat yaşatmış, onlara malını miras bırakmamış, zekâttan pay almalarını yasaklamış ve yakınlarından hiçbir kimseyi kendisinden sonra devlet başkanlığına (imamlık ve halifeliğe) aday göstermemiş, böylece soya dayalı saltanatı engellemiştir...
Şîîlere göre Hz. Peygamber (sav) yerine geçecek şahsı, yakınları içinden seçerek (damadı ve amca oğlu Hz. Ali'yi) belirlemiş, ondan sonra da devlet ve toplumun başına daima kendi ailesinden gelecek şahısların geçmesini istemiştir.


3. Ehl-i sünnete göre Kur'ân-ı Kerîm Allah tarafından vâdolunduğu gibi korunmuştur, Allah'tan Peygamber'e (sav) nasıl gelmiş ise bugüne kadar da aynı şekilde kalmış, okunmuş ve ezberlenmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in zahir manasını ve mefhumunu(sünnette ona yüklenen mana),tefsirini anlamak hiçbir kimsenin tekelinde değildir, gerekli öğrenimi yapan ve kabiliyeti olan her kişi Kur'ân'ı,zahiri ve mefhumu ile  anlar, Vve anlamak imkânına sahiptir.


Şîîlere göre Kur'ân-ı Kerîm olduğu gibi muhâfaza edilmemiştir, bazı âyetler (velayet suresi,Fatıma levhası),sahâbe tarafından çıkarılmış ve unuttuturulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'in iç mânâsını (bâtınî mânâyı) yalnızca masum imamlar anlayabilir. Diyerek üstün dini bir sınıf teşekkül ettirmişlerdir.


4. Ehl-i sünnete göre Hz. Peygamber (sav) masumdur, günah ve hatadan korunmuştur. O'nun (sav) sünneti bir delildir, kaynaktır, Allah'ın kendisine verdiği selâhiyete dayanarak (bir nevi vahiy olan vahy-i gayri metluv ile) Kur'ân'ı açıklar ve boşlukları dolduran hükümler koyar. Bu konularda ümmet içinde hiçbir şahıs O'na (sav) denk değildir, bu vasıflar yalnızca O'na (sav) mahsustur.
Şîîlere (bu maddelerde Şîîlerden maksat öncelikle oniki imamcı Şîîlerdir) göre imamlar da masumdur, günah işlemez, hata etmezler, Peygamber (sav) gibi onlar da dinî hüküm ve kâide koyarlar.
Yukarıda özetlenen mukayeseyi yaptıktan sonra bütün insanlığa hitap eden bir dinin taşıması gereken özellikleri İslâm'ın, Ehl-i sünnet ve Şîî anlayışlardan hangisinin temsil ettiği husûsunun takdirini okuyucuya bıraıyoruz

"Gözlem ve deneyimlerimiz bize iki husûsun iyi değerlendirilmesi gerektiğini öğretmiştir:

1. İSLÂM'DA İNANÇ MESELESİNİN ÖNEMİ VE BUNU GÖZDEN UZAK TUTMANIN TEHLİKELERİ:
a) Bugün bazı çevreler, birşeyi övme veya yerme, tenkit etme veya takdir etme husûsunda ölçü olarak Allah'ın Kitab'ını, Resûlü'nün (sav) sünnetini, büyük geçmişlerin yolunu, inanç ve menhecin sağlam olmasını artık terketmişlerdir; onlara göre bir kimsenin lider ve örnek olması, sevilmesi, tutulması için İslâm adına bir monarşik idare kurması, kuvvet kullanarak zafer elde etmesi, yahut batılı bir askerî güce meydan okuması ve karşı durması yeterli olmaktadır.
b) Yeni aydın neslimizde inanç (akide) önemini tehlikeli bir biçim ve ölçüde kaybetmeye yüz tutmuştur, bu da huzursuzluk ve ızdıraba sebep olmaktadır. Zira inanç, peygamberlerin dâvetleri, cihadlarının hedef ve âmilleri ile,bundan gayri başkalarının dâvet ve maksatlarını birbirinden ayıran çizgidir. O iman ki peygamberler ve onların izinden gidenler, hiçbir şey karşılığında onu pazarlık ve anlaşma konusu yapmamışlardır. Onlara göre kabul veya reddetmenin, beğenmek veya beğenmemenin, birleştirme veya ayırma şartlarının ölçüsü inançtır. Müslümanların zayıflığına rağmen bu din, asıl şekli ile varlığını sürdürebilmesini inanç konusunda istikamet, sağlam sarılma, yan çıkma ve kıskançlıkla koruma şeklinde görülen davranışlara borçludur. Çünkü dinin dâvetçi ve taşıyıcıları bu konuda (inanç sahasında) hiçbir güce, yahut baskıya, yahut da imparatorluğa boyun eğmemişlerdir. İslâm ve müslümanların dünyada elde edecekleri bir fayda, yahut kurtulacakları bir zarar karşılığında hatalı bir inanç veya dâvayı kabul etmek, ona ayak uydurmak bir yana böyle bir şey karşısında susmaya bile rıza göstermemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in (v. 241/855) devrinin iki büyük başkanı, hatta o çağın en büyük iki devlet başkanı Me'mun ve Mu'tasım karşısında, Kur'ân'ın yaratılmış olması inancını reddettiği için yediği kırbaçlar ve çektiği zindan cezalarına mukavemeti ve bütün bunlara rağmen dimdik ayakta durması, iman ve inanç konusunda doğru yolu tutmanın, gerekli direnme ve gayreti göstermenin parlak bir örneğidir. Şeyhul İslam İbn Teymiye’nin siyasal iktidarı arkasına alan bid’atçi fırkalar ve sufilerce uğratıldığı zulum ve hapishane hayatı karşısındaki eşsiz mukavemeti yalnızca iki örnektir; yoksa İslâm tarihi "zulme sapmış sultan karşısında gerçeği dile getirme", "Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itâat edilmez" hadîsini uygulama konusunda sayısız örneklerle dolup taşmaktadır. Bu "zulme sapmış sultan" kimi zaman bir hükümdardır, kimi zaman kamuoyudur, kimi zaman yaygın bir şöhrettir, bazen aldatıcı zaferler ve gürültülü dâvalardır; tarih ve tecrübe bu sonuncuların, süreklilik bakımından daha çetin olduğunu göstermektedir.
"Gerçek şudur ki, İslâm'ın esasları (nizamı) ve sağlam inanç prensipleri, hiçbir zaman yatağı değişmeyen ve suyu kurumayan iki nehir gibidir. Siyâsî güçler, gelip geçen devrimler, başlayıp biten hükûmetler, dâvalar, hareketler ise oluşup dağılan dalgalar gibidir. Nehir doğru yönünde aktığı, su da berrak ve akıcı olduğu müddetçe bir tehlike yoktur. Fakat imanda bozulma başlayınca bu, nehrin yönünün değişmesi, berrak suyuna çamurlu suyun karışması demektir. Bu sebeple ortada bozuk bir inanç, sapma ve doğru yoldan çıkma mevcut oldukça herhangi bir dâvet, hareket, gelişme, ilerleme, toplumun kısmî ıslâhı, ıslâhât vâdi ve iddiâsını benimsemek, bunlara aldanıp boyun eğmek caiz değildir. Arkasında milletin bekâsı ve dinin varlığının korunması yatan gerçek budur; her asrın âlimlerini ve din koruyuclarını sarsan, harekete geçiren, bazen tehlikeli sonuçlar doğurmasına rağmen onları sorumluluklarını yerine getirmeye iten gerçek budur. Şu hadîs-i şerîf de aynı gerçeği dile getirmektedir: "Bu ilmi her neslin faziletli kesimi taşıyacak, onu, aşırı gidenlerin bozmasından, yanlış yolda olanların saptırmasından ve cahillerin yorumlamasından koruyacaklardır."



2. SİHİR (KARİZMA) VE TESİRİN SİYASÎ VE PSİKOLOJİK ETKENLERİ:


Yakın tarihte Arap milliyetçilerinin Cemal Abdunnâsır'a, başka milletlerin benzerlerine gösterdikleri sevgi, takdir ve bağlılığı müslüman gençliğin bir kesimi Humeynî'ye göstermişlerdir. Bunun siyasî ve psikolojik etkenleri vardır:
a) Humeynî, Şâh Rızâ Pehlevî imparatorluğuna karşı parlak bir zafer elde etmiştir.
b) Özellikle İranlı toplumda önemli bir devrim olayı meydana gelmiştir.
c) Bugün dünyanın en büyük askerî gücünü temsil eden ABD, bazı teşebbüslerinde başarısızlığa uğramıştır.
d) İslâm dünyasında gençlik, bu ülkelere hâkim olan ahlâkî ve dinî gerileme, (ve onların sembolü haline gelen) acınacak haller ve zaaf noktaları yüzünden bunalıma düşmüş iken İran gençliği -yaygın rivâyetlere göre- ortaya kahramanlık ve fedâîlik örnekleri koymuştur.
e) Gençlik kesimi, İslâm adına ortaya konan kahramanlık, atılganlık ve cesarete karşı daima takdir ve sempati duymuşlardır.

2012 yılına gelindiğinde ise Suriye iç savaşında Müslüman kıyımı yapan Beşşar Esad’ın en büyük destekçisi İrandır.Böylece Allah bir musibetle onları maskelerini düşürmüştür.

 
Hâlen İslâm dünyasında açıkça Sünnet'i inkâr eden, Peygamber'in hadîslerini alaya alan, toptan ve detaylı olarak batı medeniyetini benimsemeye çağıran, felsefe ve vahiy inkarcılığını kendilerine meslek edinmiş bazı lider.idareci ve din adamı kisvesine bürünmüş kimseler, bazı çevrelerin aşırı takdir ve bağlılıklarına mazhar olmaktadırlar. Fakat Humeynî hareketi aynı zamanda dinî bir renk taşıdığı için, onlara nisbetle Humeynî, daha büyük bir takdir ve beğeniye mazhar olmuştur. Bu takdir ve bağlılık o dereceye varmıştır ki bağlıların yanında inanç konusu (Şîîler ile Ehl-i sünnet arasında inanç konusundaki farklar) ortaya atıldığı ve ümmetin üzerinde birleştiği bazı ölçü ve prensiplere işaret edildiği zaman onlar dinleme sabrı gösterememekte, dengelerini kaybetmekte, hiddet, nefret ve kinlerini sergileyerek olmayacak seviyelere düşmektedirler. Bu durum, İslâm'ın rûhu ve dinin geleceği bakımından insanı büyük bir üzüntü ve endişe içine düşürmektedir. Allah islamın ve Müslümanların yar ve yardımcısı olsun. EBU DAVED

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder