İslamın dördüncü halifesi Emiral Mu’minin Ali
b.Ebu Talib'nin torunlarından Câ'fer-i Sâdık (ö. 148/765)'in etrafinda toplanan
ve onun ictihadlarına göre amel edenlerin baglı oldukları siyasi ve fikhî
mezhep. İmâm Câ'fer,Sünnîlerce, özellikle tasavvuf ehlince hürmet edilenbir
alimdir. O, kendisini ilme ve tefekküre vermisti.Hakkında en çok bilinen kıssa
Hanefi mezhebi bağlılarınca , Ebû Hanîfe’nin usulünü yüceltme amacına
matuf olarak anlatılan;” Medine'de Ebû
Hanîfe ile ilk karsılastıklari zaman ona söyle dedi:"Nûman! Babam bana,
dedemden söyle rivayet etti: -Din husûsunda re'yi ile kiyasa ilk basvuran
iblîs'tir. Allah ona, Âdem'e secde et dedi. O da, Ben Âdem'den hayırlıyım,
çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın' dedi. Kim dinde re'yi ile kıyas
yaparsa Allah onu Kiyâmet günü iblîs'e arkadaş yapar. Çünkü o, kıyas yapmak
suretiyle şeytana uymuştur." Ebû Hanîfe su cevabi verdi: "Ne
münasebet! şeytân Allah'in emrine isyan için kıyas yaptı. Ben ise, Allah'ın
emirlerine itaat yollarını bulmak için kıyas yapıyorum." Şeklindeki
kıssadır.Kendisi Ebu Hanife’nin annesi ile de evlenmiştir.Hadîs âlimleri
kendisinden hadîs rivayet etme konusunda tereddüt etmislerse de, Fıkıhçılardan imam
Sâfiî ve Muhaddis Yahya b. Maîn onu güvenilir bir muhaddis olarak kabul etmişlerdir. Ancak
ehl-i hadisten Sahih,sünen,müsned v.s..sahipleri ondan rivayet yapmamıştır.Mezheplerinde
"imâm" ve "on iki imam" konusuna ağırlık verdikleri için bu
mezhebe "İmamiyye" veya "İsnâ Aşeriyye" adı da
verilmistir.Câ'fer-i Sâdik Kur'an'ı delîl olarak alır, ancak sünnet olarak
Ehl-i Beyt tarafindan rivayet edilen hadîsleri kabul ederdi.Bu usül şianın
genel usulüdür. Kitap ve Sünnet'te delîl bulamazsa, maslahat veya akla göre
hüküm veriyordu.Eğer Ebu Hanife ile olan kıssası sahih ise akli ve mantıki
çıkarımları eleştiren bir kişi nasıl olurda ictihadında bu usule başvurur bu
anlaşılmaz bir ikilem oluşturmaktadır.Temelde Ehl-i Sünnet'e yakın olan
Câ'fer-i Sâdık'a ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnad etmişler
ve bunları halk arasında yaymışlardır. İmâm Câ'fer, daha hayatta iken mezhep
içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış ve bunları bizzat kendisi
reddetmistir. Bu sapıkların başında Ebû'l Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb gelir.
Ebû'l Hattâb, küfre düşmüş, peygamberlik davasında bulunmuş ve Câ'fer-i Sâdık'ın
tanrı olduğunu öne sürmüştür. Haramları helâl saymış ve imamı tanıyan herkesin
haramlardan muaf sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri Câ'fer-i Sâdik
adına çıkarmıştır. Bunu haber alan Câ'fer, Ebû'l Hattab'a lânet etmiş, onunla
hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaslarına bildirmiş, İslâm
ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur. (Ibnu'l-Esir,
el-Kâmil fi't-Tarih, VIII, 9). Günümüz Câ'ferîliğinin bazı görüşlerini şöylece
özetlemek mümkündür:İmâmiye'ye göre imâmet ; nübüvvet gibi ilâhî bir makamdır.
Peygamber gibi imâmı da Allah seçer. İnsanların imam tayin etme yetkisi yoktur.
Hz. Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi yerine kimin imam (halife,
müslümanların lideri) olacağını nass'la tayin etmistir. Bu imam da kendinden
sonra gelecek olanı aynı şekilde belirlemiştir. Imâmın zahir, meşhur ve
meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli olması da mümkündür.
Son imam Muhammed Mehdî onikinci imam olup, hâlen hayattadır, fakat gaibtir. imâmın
bulunmadığı bir zaman yoktur. Şimdi gaib olan Mehdî'ye naibler (âyetullahlar)
vekâlet etmektedir.
ONİKİ İMÂM ŞUNLARDIR:
1) Ali el-Murtaza,
2)
Hasan el-Müctebâ (ö. 50/670),
3)
Hüseyin es-Şehid (ö. 61/681),
4) Ali Zeynelâbidin (ö. 94/713),
5)
Muhammed Bâkır (ö. 113/731),
6)
Câ'fer es-Sâdık (ö. 148/765),
7)
Musa Kâzım (ö. 183/799),
8) Ali Rıza (ö. 192/808),
9) Muhammed Cevad (ö. 220/835),
10)
Ali Hâdi (ö. 254/868),
11) Hasan Askerî (ö. 260/874),
12) Muhammed Mehdî (gizlendigi tarih
260/874).
CÂFERÎLERE GÖRE İMÂMET
İmamet mertebesi, insan olmanın üstünde; fakat peygamberliğin altında bir makamdır. imamlar peygamber gibi masum olup, yanılmazlar, günah işlemezler. Câ'ferîler imamın masumiyetini söyle açıklarlar: "Ondan, büyük küçük, kasten veya yanlışlıkla unutarak, yahut ictihadında hata ederek, yahut da Allah'ın hataya sevketmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah sadrolmaz. . imam bir şeyi bilmeyi dilerse bilir. İmamlar ne
zaman öleceklerini bilirler ve kendi istedikleri zaman ölürler.Bu imamın sözü dinlenir, korkusu kalpten çıkmaz bir kişi olması için böyledir. Onlardaki ismet sıfatı, Allah onların akıllarını kemâle erdirdiği andan itibaren ruhlarını kabzedene kadar onlardan ayrılmaz bir vasıftır
CAFERİLERDE
BEDA İNANCI
Bedâ; , Cenâb-ı Hakk'ın Levh-i Mahfuz'a yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten sonra değiştirmesidir. (bir şeyin) gizlilikten sonra ortaya çıkması ya da
görüşü yenilemek anlamına da kullanırlar. Beda'nın bir anlamı da son radan olma ilmin öncesinde cehalet bulunmasıdır. Her ikisi de Allah hakkında imkansızdır. Lakin Râfızî ve Caferiler bunu Allah'a nispet etmektedirler. er-Reyyân b. es-Salt'tan: "er-Rıza'yı şöyle derken işittim: "Allah'ın içkiyi haram kılmak ve Allah hakkında beda'yı kabul ettirmek için göndermediği hiçbir peygamber yoktur." (Usûlu'l-Kâfî (s.40) )
Yine Ebû Abdullah'tan: "Allah'a beda inancı gibisiyle kullukedilmemiştir"(el-Kuleynî, Usûlu'l-Kâfl (1/331) )dediği nakledilir. Allah bundan münezzeh ve yücedir. Allah subhanehu'ya nasıl da cehalet nispet ediyorlar! Allah azze ve celle kendisi hakkında şöyle buyurmaktadır: "De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka hiç kimse gaybı bilmez." (Neml 65) Buna mukabil onlar imamlarının bütün ilimleri bildiklerine ve onlara hiçbir şeyin gizli kalmayacağına inanırlar. Bu, Muhammed (s.a.v) 'in getirdiği İslam akidesinin neresindedir!? " Onlar bu yaptıklarıyla Hıristiyanlara ne kadar da benzemektedirler. Hıristiyanlar Allah'a oğul ve kadın nisbet eder, alim ve rahiplerini bundan tenzih ederler. Kendi alimlerine yakıştıramadıkları sıfatları Allah hakkında kabul edenler ne kadar haddi aşmış bir topluluktur.
CAFERİ VE
RAFİZİLERDE RİC’AT İNANCI
Râfızîler ric'at bidatini çıkardılar. el-Mufıd diyor ki: "İmamiye, pek çok ölülerin ricat edeceklerinin (dirilip tekrar geleceklerinin) vücubunda ittifak ettiler." Bu inanç, el-
Kaim diye isimlendirdikleri imamlarının Ahir zamanda geleceği inancıdır. (el-Mufid, Evâilu'l-Makâlât (s. 51) )
Serdab'dan çıkacak, bütün siyasi düşmanlarını boğazlayacak, Şîaya çağlar boyu diğer fırkaların Şîadan gasp ettikleri haklarını iade edecektir.''' (Muhibbuddin el-Hatib (rha), Hututu'l-Ârida (s. 80))
Seyyid el-Murteza, el-Mesâilu'n-Nâstriye'de Ebû Bekir ve Ömer'in Al-u Muhammed'in Kaim'i dedikleri Mehdi yani on ikinci imamları - zamanında bir ağaca asılacaklarını, önceden yaş olan bu ağacın asılmadan sonra kuruyacağını söyler. ( el-Mufid; Evailul Makalat (s. 95) )
el-Meclisî, Hakku'l-Yakîn adlı kitabında, Muhammed el-Bakır'dan naklen şöyle dediğini söyler: "Mehdi ortaya çıktığı zaman, müminlerin annesi Aişe'yi diriltecek ve ona had cezası uygulayacaktır.''' (Muhammed Bakır el-Meclisî, Hakku'l-Yakîn (s. 247) )
Onların katında ric'at kavramı gelişerek bütün Şiileri, bütün imamlarını ve düşmanlarını kapsar hale gelmiştir. Bu hurafe inanç, içlerinde gizledikleri kini böyle efsaneler vesilesiyle ortaya çıkarmaktadır. Bu şekilde inanan bir kimse âhiret gününü inkâr için Sebeiyye'yi vesile edinmektedir.
Ric'atten maksat; Şîanın düşmanlarından intikam almaktır. Peki, Şia'nın düşmanları kimlerdir?! İşte şu rivayet, Râfizîlerin Ehl-i Sünnet'e karşı kin duyup Yahudi ve Hıristiyanlara dost olduklarını açığa çıkarmaktadır: el-Meclisî, Bihâru'l-Envâr adlı kitabında Ebû Basir'den, o da Ebû Abdillah aleyhisselam'dan diyerek rivayet ediyor: "Ebû Abdillah bana: "Ey Ebû Muhammed! el- Kâim'in Sehle mescidine eşi ve çocuklarıyla beraber nüzul ettiğini görür gibiyim..." Dedim ki: "Onun yanındaki zimmet ehli ne olur?" şöyle cevap verdi: "Rasûlullah (s.a.v) 'in barış yaptığı gibi o da onlarla barış yapar, küçülmüş bir şekilde cizye ödemek durumunda kalırlar." Dedim ki: "Size düşmanlık ilan edenler kimlerdir?" dedi ki: "Hayır ey Ebû Muhammed! Bize verilenler hakkında bize muhalefet edenler bizim düşmanlarımızdır." Şüphesiz Allah, Kâim'imiz kıyam ettiği zaman bize onların kanlarını helal kılmıştır. Bu gün ise bize de size de haramdır. Kimse seni aldatmasın, Kâim'imiz kıyam ettiği zaman, Allah, Rasûlü ve hepimiz için intikam alacaktır." (el-Meclisî, Bihâru'l-Envâr (52/376) )
İŞTE ŞİA’NIN MEHDİSİ
Yahudi ve Hıristiyanlar ile barış yaparken, muhalifleri olan Ehl-i Sünnet'e karşı nasıl harp edecekmiş! Birisi: "Bu tehdit ehl-i beyte düşmanlık edenler hakkındadır, Ehl-i Sünnet ise Ehl-i Beyt'e düşmanlık etmez. Onların kanlarının Caferi ve Râfızîlerin Mehdisi tarafından helal kılınması şeklindeki tehdit on- arı kapsamaz" denilirse, deriz ki: onlar indindeki pek çok rivayette Nasibe (düşmanları) olarak Ehl-i Sünnet kastedilmektedir. Bu konuda detaylı bilgi görmek isteyen Huseyn Âl-u Asfur ed-Derazî el-Bahranî'nin el- Mehâsinu'n-Nefsaniyye adlı kitabına ve Yusuf el- Bahranî'nin eş-Şihâbu's-Sâkıb Fî Beyânı Ma'nan-Nâsıb adlı kitabına bakabilir.
CAFERÎLERE GÖRE TAKİYYE İNANCI NEDİR?
"'* Takıyye inancı Caferîlerin temel inançlarından biridir. Kişinin inancını ve amellerini gizlemesinin adıdır. Bu inançlarının bir gereği olarak Şîa tarih boyunca Müslümanların yanında inançlarını gizlemiş, onlardan gözükmüştür. Bu onların çirkin ihanetlerinin dayandığı esastır. Tarihimiz boyunca Caferiler pek çok defa bizden gözüküp düşmanlarımıza bize karşı yardım etmişlerdir. Takıyye Şia’nın yanında zorlanma esnasında malı ve canı korumak için başvurulacak bir şey değil, devamlı
olarak kendisiyle amel edilecek faziletli bir ameldir. Onlar takıyye adı altında haramların en büyüklerinden biri olan yalanı mübahlaştırmış, daha da ileri giderek yalan söylemeyi günlük vacipler arasına koymuşlardır. İşte yalanın Şiilerin yanındaki faziletleri: Ali b. Ebî Talib aleyhisselam buyurdu ki: "Takıyye müminin en faziletli amellerindendir." (Tefsîru'l- Hasen Askerî 162) Ebû Abdillah aleyhisselam buyurdu ki: "Takıyye yapmayanın imanı yoktur." (Usûlu'l-Kâfî 2/219) Ebû
Cafer aleyhisselam şöyle buyurdu: "Takıyye benim ve babalarımın dinidir. Takıyye yapmayanın imanı yoktur." (Usûlu'l- Kâfi 1/174 ve 2/218; Tefsîru'l-Ayyâşî 1/214 ve 2/251) "Dinin onda dokuzu takıyyedir. Takıyye yapmayanın dini yoktur."
(Usûlu'l-Kâfi 2/217; Vesâilu'ş-Şîa 11/460; Bihâru'l-Envâr 75/423) "Takıyyeyi terk edenin bu günahı ebediyen mağfiret edilmez." (Tefsîru'l-Hasen Askerî 130; Vesâilu'ş-Şîa 11/474; Bihâru'l-Envâr 75/415) Ebû Abdillah aleyhisselam şöyle buyurdu: "Sizler Allah'ın dini üzerinesiniz, her kim bunu gizlerse Allah onu aziz eder. Her kim de bunu duyurursa Allah onu zelil eder." (Usûlu'l-Kâfi 1/222; Vesâilu'ş-Şîa 16/235; Bihâru'l- Envar 72/72) "Münafıkların arkasında takiyye ile namaz kılmak, imamların arkasında namaz kılmak gibidir." (Camiu'l- Alibâr 110) "Takiyye ile olması müstesna namazda kıyamda İken elleri bağlamak namazı bozan şeylerdendir." (Furûu'l-Kâfi, Kitabu'l-Cenâiz (s.l88))
Muasır âlimlerinden biri takiyye'yi Şu sözleriyle tarif ediyor: "Takiyye; canından veya malından bir zararı def etmen ve kerametini koruman için inandığından başka bir
şey söylemen veya yapmandır."' Hatta Rasûlullah (s.a.v) 'in, münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selul öldüğü zaman onun namazını kılmaya gidince, Ömer'in: "Allah seni bundan yasaklamadı mı?" -yani bu münafığın kabri başında durmanı yasaklamadı mı?- demesi üzerine: "Yazık sana! Benim ne dediğimi biliyor musun? Ben: "Allah'ım! Onun karnını ve kabrini ateş doldur, onu cehenneme gönder" dedim" buyurmasının da takiyye olduğunu iddia ederler."
Nasıl da Rasûlullah (s.a.v) 'e yalan nispet ediyorlar?! Rahmet peygamberi ona lanet ederken ashabının rahmet dilemesini hiç akıl alır mı? el-Kuleynî, Usûlu'l-Kâfi'de şöyle nakleder: "Ebû Abdillah dedi ki: "Ey Ebû Ömer! Dinin onda dokuzu Takiyyedir. Takiyyesi olmayanın dini de yoktur. Nebiz ve mestlere mesh dışında her şeyde takiyye vardır." Yine el- Kuleynî, Ebû Abdillah'tan nakleder: "Dininiz hakkında sa- kının ve onu takiyye ile perdeleyin. Zira takiyyesi olmayanın imanı yoktur."
Hatta bu durum Râfızîlerde, Allah'tan başkası adına yemini takiyye adı altında caiz görmeye kadar varmıştır. Bundan Allah'a sığınırız!! Nitekim el-Hurr el-Âmilî,
Vesailu'ş-Şîa kitabında İbn Bukeyr'den, o da Zurare'den, o da Ebî Cafer'den naklediyor: "Ona dedim ki; "Biz şu topluluğun yanına uğradığımızda mallarımızın zekatını ödediğimize dair yemin etmemizi istiyorlar." Dedi ki: "Ey Zurare!
Eğer korkarsan dilediğin gibi yemin et." Dedim ki: "Talak (boşama) ve azat için demi yemin edeyim?" o da: "Diledi- ğin gibi yemin et" dedi. Sumaa'den, o da Ebû Abdillah'dan naklediyor: "Kişi zorlanır veya mecbur kalırsa takiyye olarak yemin etmesi zarar vermez."
Caferiler takiyyeyi mezhebin ancak onunla ikame olacağı bir farz olarak görmekte, gizlice ve açıkça, bunu mezhebin esası olarak kabul etmektedirler. Usûlu'l-Kâfî (s. 482-483) )Özellikle köşeye sıkıştıkları zamanlarda bununla amel ederler.
(el-Hurr el-Âmilî, Vesâilu'ş-Şîa
(16/136,137))
CAFERİ
VE RAFİZİLERDE BEY’AT İNANCI
Caferiler on iki imam'ın hükümeti dışındaki tüm hükümetleri batıl sayarlar. en-Nu'manî'nin el-Kâfi bi Şerhi'l- Mazenderânt ve el-Gaybet adlı eserlerinde, Ebû Cafer'in şöyle dediği rivayet edilir: "el-Kâim'in -Caferîlerin Mehdisinin sancağından önce yükselen her sancağın sahibi tağuttur."'(el-Kâfi bi Şerhi'l-Mazenderânî (12/371) bkz.: Kitâbu'l-Bihâr(25/113)
) Allah katından olmayan hakime itaat ancak takiyye olarak caizdir. Zalim imam ve buna benzer vasıftakiler, imamete ehil değildir. Onların imamları dışındaki Müslümanların yöneticileri hep böyledir. Bunların başında da Raşit halifeler Ebû Bekir, Ömer ve Osman - Allah onlardan razı olsun - gelir. Caferîlerin saptırıcılarından el-Meclisî, Bihâru'l-Envâr kitabında üç Raşit halife hakkında şöyle der: "Onlar ancak gaspçı ve zalim olmuşlar, dinden çıkmışlardır. Allah'ın laneti onların ve onlara uyarak öncekilerden ve sonrakilerden Ehl-i Beyt'e zulm edenlerin üzerine olsun."'' diyorlar. Zira onlar Rasûlullah (s.a.v) adına yalan söyleyen fırkaların en yalancılarıdırlar.
( el-Meclisî, Kitâbu'l-Bihâr (4/385))
Bunları, imamlarının sözlerinin rivayeti hususunda en önemli kaynaklardan biri saydıkları imamları el-Meclisî söylüyor! Müslümanların halifelerinden başlayarak onlarla be- raber onlara yardım eden herkesi de tağut ve zalimler ola- rak kabul ederler. el-Kuleynî, isnadı ile Ömer b.
Hanzala'dan rivayet ediyor, dedi ki: "Ebû Abdullah'a arka- daşlarımızdan iki kişi hakkında sordum. Bunlar borç veya miras hakkında çekişmişlerdi ve sultanın mahkemesine başvurmuşlardı. Bu helal mi? Dedim. Dedi ki: "Hak veya batıl bir hususta onların hükmüne başvuran, hakk onunla
da olsa gazaba uğramış olur. Zira o, tağutun hükmünü al- mıştır."'""( Kuleynî el-Kâfi (1/67) et-Tehzîb (6/301) Men La
Yahduruhu'l-Fakîh (3/5) ) el-Humeynî, el-Hukûmetu'l-lslamiyye adlı kitabında kendi hadislerinden birinin ardından der ki: "İmam kendisi sultanlara ve onların kadılarına müracaat etmekten yasak- lar. Onlara müracaat tağutlara müracaat demektir.""" "' (el-Hukûmetu'l-îslamiyye (s. 74) )
et-Takiyye Fî Fıkhı Ehli'l-Beyt adlı kitabın dokuzuncu bölümünde, cihadda takiyye bahsinde Âyetullah el-Hac Şeyh Müslim ed-Daverî'nin "zalim sultan yanında amel" hakkındaki takrirleri yer almaktadır. Zalim sultan ile kastedilen ise Sünni hakimdir. Orada şöyle der: "Sultanların görevlilerinin yanına giriş üç kısımdır. Bazen müminlerin (Şîayı kastediyor) sıkıntıdan kurtulması ve ihtiyaçlarının kar şılanması için girilir. Bunun hükmü müstehaptır. Bu konuda daha önce geçen teşvik edici rivayetlerden zahir olan budur. Bazen maişet ve gönül genişliği için girilir. Bunun hükmü kerahet ile beraber caiz olduğudur. Eğer mümin kardeşlerine ihsanda bulunur ve ihtiyaçlarını giderirse bu ona kefaret olur. Daha önce geçen Müminlere ihsan etmeyi
ve sıkıntıdan kurtarmayı şart koşan, rivayetler buna delildir. Sultanların yanına girmenin diğer şekli ise zaruret olarak yiyecek içecek ihtiyaçları için girmektir. Bu kerahetsiz olarak caizdir."'(Âyetullah el-Hac Şeyh Müslim ed-Daveri, et-Takiyye Fi
Fıkhi Ehli'l-Beyt (2/153) )
Ehl-i Sünnet'in zulm ehli olduğuna nasıl hüküm veriyorlar?! Ehl-i Sünnet idareciler hakkında nasıl şartlar koşup, Şîanın menfaati
olan hususlarda nasıl da cevaz veriyorlar!! Bu durum bütün Şiîlerde gözlenen bir manzaradır. Onlar sadece Şiîlerin hükümetini kabul etmektedirler. Nitekim onlar ancak kendilerinden olanların yerleştikleri yerlerde çalışırlar ve güçleri yettiğince her şeyde Ehl-i Sünnet'i bu işlerden uzaklaştırmaya çalışırlar. Onların şerlerine karşı Allah Müslümanlara yeter.
CAFERİLERİN İNANÇ ESASLARI
Câ'ferî'lere göre meleklere, kitaplara ve
kadere iman Allah'a ve peygambere imanın içindedir. Onlara göre Hz. Muhammed
(s.a.s)'den sonra halîfe olma hakkı Hz. Ali'nin idi. Bu konuda ayet ve hadîsler
mevcuttur. Fakat Ashab-ı Kirâm'ın ileri gelenleri, kendi ictihadlarına
dayanarak bu nass'ları tevil ettiler ve Hz. Ebu Bekir'i halife seçtiler. Hz.
Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi kabul
etmedi. Ancak fitne çıkmaması için Ebû Bekir'e bey'at ettiler. İlk üç halifede
gördüğü ehliyet ve liyâkat sebebiyle Hz. Ali, hilâfet hakkından feragat
etmisti. Ancak Muaviye'nin değil halife, vali olarak kalmasının bile zararlı
olduğu kanaatine vardığı için Emevîlere karşı savaş ilân etmiştir. Câ'ferîler,
ilk üç halifenin imâmlığını kabul
etmemekle beraber onlara karşı müslümanların sevgi ve saygıları nedeniyle
takiyye prensipleri gereği saygılı imiş gibi davranırlar. Muaviye ve oğlu
Yezid'e açıktan lânet okurlar. Câ'feriye mezhebi mensupları, onikinci imam
Muhammed'in evinde "sırdap" diye adlandırılan bir sığınağa girip
gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. Ancak gizlenen onikinci imamın
yaşı konusunda ihtilaf edilmiş ve bazıları gizlendiğinde yaşının dört olduğunu
söylerken, bazıları da sekiz yasında olduğunu ileri sürmüştür. Yine, gizlenen
imamın vereceği hüküm konusunda ihtilaf olmuştur. Bazıları, kaybolduğu yaştayken,
halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacip olduğunu
öne sürerken; diger bir kısmı da hüküm vermenin gizlenen imamın mezhebine bağlı
âlimlere ait olduğunu iddia etmislerdir.İsna aşeriyye, diğer adıyla Câ'ferîye
mezhebine göre din, Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi iki ana bölümde ele alınır.
1) Usû-i Din, 2) Furû-i Din. Usûlü Din (dinin
asılları) beş esas üzerine kurulmuştur
:1) Tevhîd
2)Nübüvvet
3)imâmet
4)Mead(Ahiret)
5)Adalet.
Tevhîd: Allah birdir (vâhid), tektir (ahad).
Onun zatı her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Esi,benzeri ve mahlûkatına
benzer bir tarafı yoktur.
Nübüvvet: Peygamberlik, Allah'ın seçtiği
kullarını Cebrâil vasıtasıyla ve vahy yoluyla ilâhî bir vazife ile mükellef kılmasıdır.
Peygamberler Allah'ın emirlerini halka tebliğ eder ve onları doğru yola
iletirler. Onlar insanların en üstünü ve kulların en hayırlısıdırlar. Emindirler,
masumdurlar ve tebliğ vazifelerinde bir noksanlık ve hata bulunmaz.
Peygamberler ilâhî bir lütuf ve hazinedir. Hz. Muhammed (s.a.s) bütün
peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Onun en büyük mûcizesi Kur'an'dır.
İmâmet: İmân, dinin asıllarından olan imamete
inanmakla tamamlanabilir. İmamiye, nübüvvetin nasıl Allah'tan bir lütûf olduğuna
inanırsa, her asırda peygamberlerin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların
hidayet ve irşadlarını üstlenmiş bir imamın varlığına da inanır.
Meâd (Ahiret): Bu, ölümden sonra ahiret hayatının
hak olduğu esasıdır. Kıyamete dair Kur'an ve hadîslerde geçen mîzan, soru,
hesap, sırat, şefaat, Cennet, Cehennem hepsi gerçektir, bunların hiçbiri akılla
yorumlanamaz. Keyfiyetini de bilemeyiz. Fakat hepsinin gerçek olduğuna inanırız.
Mead cismanîdir ve bunlara icmalen iman yeterlidir ve yorumsuz olarak kabul etmek gerekir.
Adalet: İsna aşeriyye'ye göre dinin beşinci
aslı ve dolayısıyla inanç esaslarından olan adalet, Allah'ın adil; kulun da
iradesinde ve fiillerinde hür ve muhtar oluşudur. Onun, iyiye iyiliğine karşılık
mükâfatta, kötüye kötülüğüne karşılık mücazatta bulunması adaletinin zarurî bir
icabıdır. Kul, fiillerinde hür ve serbesttir.İsna aşeriyye, kaderde cüz’I
iradeyi ,yazı,ilim ve Allahın dilemesini kabul
etmez.Kul yapar kalem yazar derler.Bu inanç mecusilikten kalma bir
inançtır.İsna aşeriyye,şer'i hükümlerin kaynağı olarak dört esası kabul eder. Bunlar, kitap,
sünnet, icma ve akıldır. Ayrıca furu-u din ikiye ayrılır:
1) İbâdât
2)Muamelât.İbâdât: Namaz, oruç, hacc, zekât,
humus, cihat, emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l-münker, Tevellâ ve Teberrâ'dan oluşan
bir bütündür.Muamelât: Ticaret hayatı, şahıs hukuku, cezalar, evlenme, miras ve
benzeri hususlardır.Görüldüğü gibi İsna aşeriyye, usûl-i din dediğimiz inanç
esaslarında bariz bir şekilde Ehl-i sünnetten ayrılmaktadır. Fer'i hükümlerde,
yani fikhî konularda Ehl-i Sünnet'ten çok farklı düsüncelere sahip
bulunmamaktadır. Ancak Tevhîd, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç büyük esasta Ehl-i
Sünnet ile birleşmiş olmalarına rağmen; İmametin dinin esasları arasında
zikredilmesi dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belli kişilerin peygamber gibi
"ismet" sıfatina ve başkalarında bulunmayan "özel bir
bilgi"ye sahip bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i
Sünnet'ten ayrılmaktadır.
SONUÇ OLARAK
İmamet,ricat, takiyye ve bedâ,
Câ'ferîlik'te önemli inanç konularıdır. Onlar, cebir ve zor ve her türlü
gerekli olduğuna inandıkları durumlar karşısında bir Şiî'nin inancını
gizlemesine "takiyye" adını verirler. Muaviye'nin baskısı altında
inançlarını gizleyen Şiî'ler Mekke döneminde sahabenin de müşriklerin baskısından
kurtulmak için bu prensibe başvurduklarını iddia ederler. Onlara göre, takiyye
bazen farz, bazen caiz, bazen da haram olur.Bedâ ise, Cenâb-ı Hakk'ın Levh-i
Mahfuz'a yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten sonra değiştirmesidir.
Bu durum, velî ve imamlar için de söz konusudur. İslâm şerîatinin önceki şerîatları
neshetmesi veya İslâm şerîatında bazı ayetlerin diğer ayetleri neshetmesi de
bedâ kavramına yakındır. Câ'ferîlik bugünkü İran'da çoğunluğun ve İran
devletinin resmî mezhebidir. İran'dan başka, Türkiye'de Kars,Ağrı,Iğdır ve
çevresinde çok az olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan ve Hindistan'da
Câferîler vardır. İmâm Câ'fer'den sonra yüzyıllar boyunca yapılan ictihadlarla
bir hayli genişleyen ve değişikliğe uğrayan Câferîye fıkhı, yukarıda zikredilen
yerlerde ve bir kısım Ortadoğu ülkelerindeki küçük cemaatler halinde bulunan
Şiîler arasında tatbik edilmektedir.
EBU DAVED
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder