ZÂHİRÎ METODOLOJİDE İÇTİHAT ve
TAKLİT
Hadi SOFUOĞLU
ÖZET
Bu makalede
Zahirî mezhebine göre “içtihat” ve “taklit” kavramları üzerinde
durulacaktır.
Zahiriler bu konuda diğer fıkıh eklollerinden bariz bir şekilde ayrılırlar.
Onlara göre
içtihat, her Müslüman için bir zorunluluktur. Ancak bunu yaparken kıyas,
re'y ve
istihsan gibi aklî ve insânî metotlardan uzak durulmalıdır. Fakihler dini bir
meselenin
hükmünü sadece Kur'an ve Sünnetin zâhirî anlamından çıkarmalıdır. Onlara
göre taklit
de caiz değildir ve kaçınılması gereken bir durumdur. Hiç kimse, hatta
Sahabenin
ileri gelenleri bile taklit edilemez. Bunlar taklit edilemeyeceğine göre daha
sonraki
dönemlerde gelen kimselerin, mezhep imamı olsa dahi, taklit edilmesi caiz
değildir.
Anahtar
Kelimeler: Zahiri, İçtihat, Taklit, İbn Hazm
IJTIHAD AND
TAQLEED in ZÂHIRITES
I-GİRİŞ
Mezheplerin
ortaya çıkışından sonra, taklit ve içtihat konuları üzerinde
tartışmalar
günümüze kadar devam ede gelmiştir. İçtihat ve taklide dair nazari
tartışmalar
hicri dördüncü asırda başlamış ve bu tarihlerden sonra kaleme alınan
usul
kitaplarının kahir ekseriyetinde bu münazaralara yer verilmiştir. İçtihat
taraftarları
taklîde neredeyse hiç meşruiyet tanımazken,1 taklit taraftarları da
taklit
vaciptir, çünkü içtihat kapısı kapalıdır, demişlerdir.2
Konuya
başlarken “içtihat” ve “taklit” kavramlarını klasik fıkıh
geleneğine
göre tanımlamak yerinde olacaktır. Sözlükte içtihat, güç ve çaba sarf
etmek,
bütün gücünü kullanmak, ısrarlı olmak, zahmet çekmek anlamlarına
gelmektedir.3
Istılahta ise pek çok tanımı yapılmakla birlikte içtihadı “fakihin
herhangi
bir şer'î hüküm hakkında zannî bilgiye ulaşabilmek için bütün gücünü
harcaması”4
şeklinde ifade etmek mümkündür. Nitekim bazı hadislerde de C-HD
ve
müştakkâtı bu manada kullanılmıştır.5 Tafsilî delillerden yapılan içtihada
hakiki
içtihat, icmâli delillerden (kıyas, maslahat vb. yollardan) yapılana ise
mecâzi
içtihat denir.6 Peygamberimizin (sav) “hâkim içtihat eder de isabet
ederse iki
hasene, isabet etmezse bir hasene vardır”7 hadis-i şerifinde içtihadın
önemi
vurgulanmakla birlikte dini bir mükellefiyet olduğu da belirtilmiştir.
İçtihat
kavramının fıkıh geleneğindeki anlamı genellikle bu şekildedir.8
İçtihat
müçtehidin zann-ı galibidir. Dolayısıyla hata ihtimali de söz konusudur.
Bu sebeple müçtehitler
“Bu benim cehdimin ve gayretimin neticesinde
1
Bkz. İbn Hazm, el-İhkâm fî-usûli'l-ahkâm, thk. Ahmed Muhammed Şakir,
Dâru'l-Âfâkı'l-
Cedîde,
Beyrut ty, VI, 59 vd.
2
Ebû İbrâhim, Muhammed b. İsmâil (1182/1768), İrşâdü'n-nükâd ilâ
teysîri'l-ictihâd, thk.
Salâhuddîn
Makbûl Ahmed, ed-Dâru's-Selefiyye, Kuveyt 1405, s. 26.
3
Abdülkerim b. Ali b. Muhammed en-Nemle, el-Mühezzeb fî-'ilmi
usûli'l-fıkhi'l-mukâren,
Mektebetü'r-rüşd,
Riyad 1999, V, 2317; Yunus Apaydın, “İctihad”, DİA, XXI, 432.
4
İbn Rüşd el-Hafid (h.595), ez-Zarûrî fî-usûli'l-fıkh, Thk. Cemâlüddîn el-Ulvî,
Dâru'l-
Garbi'l-İslâmî,
Beyrut 1994, s. 137; ez-Zebîdî, Ebu'l-feyz (1205), Tâcü'l-'arûs mincevâhiri'l-
kâmûs,
Daru'l-Hidâye, ty, VII, 539; Abdülkerim b. Ali b. Muhammed en-Nemle,
a.g.e.,
V, 2317; Abdulvehhab Hallaf, Masadiru't-teşrî'i'l-İslâmî, Dâru'l-Kalem, Kuveyt,
1970,
s. 7; Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûlü'l-Fıkh), çev.
İbrahim
Kafi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1996, s. 437.
5
Söz konusu hadislerde yönetici ve kâdıların doğru yargıya / karara
ulaşabilmeleri için olanca
güçlerini
harcamaları gerektiği belirtilmektedir. Bkz. Buhârî, İtisam, 13, 21; Müslim,
Akdiyye,
15.
6
ez-Zebidî, a.g.e., VII, 539.
7
Buhari, İ’tisam, 21; Müslim, Akdiye, 15.
8
İçtihat tanımları için ayrıca bkz. Ebû İshâk Şirâzî, el-Lüma' fi Usûli'l-Fıkh,
Dârü'l-Kütübi'l
İlmiyye,
Beyrut 1985/1405, I, 129; Fahruddîn er-Râzî, el-Mahsûl fî İlmi Usûli'l-Fıkh,
thk.Tâhâ
Câbir Feyyâz el-Alvânî, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1418/1997, VI, 6.
Zâhirî
Metodolide İçtihat ve Taklîd _____________________________________ 117
ulaştığım
en iyi sonuçtur. Daha iyisine kim ulaşırsa ona uymak gerekir”
demişlerdir.
Nitekim İmam-ı Şafii, “Benim görüşüme aykırı bir hadis görürseniz
ona uyunuz
ve görüşümü duvara çarpınız” demiştir.9
Öte yandan
İçtihadî faaliyetin keyfilik taşımayan bir doğası da vardır. Zira
herkes bu
faaliyete ehil görülmez. Anlayanların da mümkün mertebe doğru ve
nesnel
anlama ulaşabilmesi için, bir kısmı yeterli hukuk bilgisine sahiplik gibi
entelektüel
seviyede, diğer bir kısmı da verâ ve müslümanlık gibi dinî çerçevede
bir takım
özelliklere sahip olması gerekir. Bu şartlar aynı zamanda onların ulaştıkları
anlamın
meşruiyeti için de önemlidir. Ayrıca bu faaliyet, bir yorum yöntemini
de gerekli
kılmaktadır. Bütün bunlar, ulaşılan sonucun keyfi olmaması
yönünde bir
güvencedir. Müçtehidin ehil olması, içtihadında olanca gayretini
göstermesi,
bu faaliyet esnasında kendi içinde tutarlı bir yöntem izlemesi,
hakikatin
hatadan, doğrunun yanlıştan ayırt edilmesini sağlayan bir kriterdir.
İçtihadın
tanımlarında belirtilen, anlama ve yorumlama için bir çaba harcanması
gerektiği"
ifadelerinden, alelade bir anlamanın bunun için yeterli olmadığı
anlaşılmaktadır.
10
Bir
müçtehidin görüşlerine o görüşün dayandığı kitap, sünnet, icma ve
kıyas gibi
delilleri bilmeksizin amel etmeye ise “taklit” denir. Başka bir ifadeyle,
kendisine
uymayı gerektiren bir delil bulunmadığı halde, haklı olduğuna
inanarak
başkasının görüşünü benimsemektir.11 Buna göre, Kitap, sünnet veya
icmâ'dan
dayandığı delili bilinmeksizin, bir müçtehit veya mukallidin sözünü alıp
onunla amel
etmekle taklit meydana gelmiş olur. Böylece mukallit delile değil,
hüküm
çıkaran kimseye itimat etmiş sayılır. İslam dininde esasen taklidin
yerilmesi
esastır. Çünkü taklit, delilsiz bir şekilde başkasına uymak ve tabi
olmaktır.
Bu yüzden fakihlerin çoğu taklit ile amel etmeyi caiz görmemişlerdir.12
Onlara göre
herkes kendi fiillerine taalluk eden meselelerde dinin hükmünü
bilmeli
veya tabi olduğu fakihin görüşüne dayanaklık eden delillerin farkında
olmalıdır.
İşte bu şekilde deliline bakarak, içtihadının kaynakları ile beraber
doğruluğunu
kabul ederek amel etmeye “ittiba” denir.13 İşte İbn Hazm da
9
el-Cüveynî, İmâmü'l-Harameyn, Nihâyetü'l-matlab fî-dirâseti'l-mezheb,
Dâru'l-Minhâc
yay.,
2007, s. 165; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmi ve edilletühü, Dımaşk
1405/1985,
I,
37.
10
Bkz. Adnan Koşum, “İçtihatta Hata ve İsabet Tartışmaları Işığında Öznellik ve
Nesnellik
Sorunu”,
Usûl: İslâm Araştırmaları, Sakarya 2006, sayı: 5, s. 14.
11
İbnü'l Kayyim el-Cevzi, İ'lâmu'l-muvakki'în, II, 168; Şakir el-Hanbelî, Fıkıh
Usulü, ter.
Mustafa
Yıldırım, İzmir İlahiyat Fakültesi Yay., İzmir 2010, s. 314.
12
Bkz. el-Cessâs, Ebû Bekir er-Râzî (370/980), el-Fusûl fi'l-usûl, Kuveyt 1994,
III, 379; İbn
Hazm,
el-İhkam, VI, 117; Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (458/1066), el-Udde fî-usûli'l-fıkh, thk.
Ahmed
b. Ali, 1990, IV, 1218; Ebû İshak eş-Şirâzî (476/1083), et-Tebsıra
fî-usûli'l-fıkh,
thk.
Muhammed Hasan, Dâru'l-Fikr, Dimeşk 1403, s. 401.
13
Hayrettin Karaman, İslam Hukukunda İçtihat, Ankara, 1975, s. 206.
içtihadî
faaliyetleri herkes için zorunlu kılan ve taklit ile amel etmeyi asla cevaz
vermeyen
müçtehitlerden biridir.
II- ZÂHİRÎ
USÛLÜNDE İÇTİHAT
Zâhirîlere
göre içtihat, “dinî bir hükmün araştırılması ve bir hükme
ulaşılması
yolunda olanca çabayı sarf etmek”14 demektir. Zira Allah, dinin bütün
hükümlerini
açıklamıştır. Her ne kadar bazı hükümlerin açığa çıkarılması bir
kısım
alimler için mümkün değilse bile, bu imkansızlığı herkese şamil kılmak
yersizdir.
Çünkü, onlara göre, din hususunda gerçeğin bütün insanlığa kapalı
kalması
mümkün değildir. Dolayısıyla dinin beyanı güvence altına alınmış ve
kapalılık
kaldırılmıştır. Fakihler, meydana gelen bir olayın şer’î hükmünün
Kur’ân ve
Sünnette bulunacağı konusunda hemfikirdirler. Hüküm bu iki
kaynakta ya
doğrudan belirtme (nass) veya bunlardan çıkarılan ve bir tek anlama
ihtimali
bulunan delil şeklinde bulunur.15 Müçtehidin görevi, dini bir meselenin
hükmünü
nassların zâhirî (literal) anlamından çıkarmaktır.
Zâhirî usul
kitaplarında içtihat, ele alınan en önemli meselelerdendir. Bu
mezhebin en
büyük temsilcilerinden İbn Hazm (456/1063), eserlerinde
“içtihat”
bahsi16 açarak konunun ehemmiyeti üzerinde durmuştur. O,
“Mü'minlerin
toptan savaşa gitmeleri de doğru olmaz”17 ayetinden hareketle
dinde
tefakkuhu ve içtihat etmeyi iki kısımda değerlendirmiştir. Birincisi kişinin
kendisine
has tefakkuhu; ikincisi ise çevresini uyarmak suretiyle Allah’ın rızasını
amaçlayan
kişinin tefakkuhudur. Buna göre, her toplulukta dinin hükümlerini
öğretme
işini üstlenen kişiler bulunmalıdır. Bu kimseler hakkı batıldan ayıran
kesin
delillerin keyfiyetini ve zâhiren çelişik görünen nasslar karşısında nasıl
davranacağını
bilen, nâsih ve mensûhu ayırt eden, Allah’ın ve elçisinin sözünü
anlamaya
yardımcı vasıtaları kullanabilen kimselerdir. Bu özellikleri taşıyan, din
konusunda
titiz ve hak hususunda tavizsiz kimselerin, fetva vermeleri helaldir.
Bu
özellikleri taşımayan kimselerin, fetva vermesi haram olduğu gibi, resmî
makamların
bunları görevlendirmesi veya fetva vermelerine imkan tanıması,
hatta
insanların bunlardan fetva sorması da haramdır.18
Zâhirîlerin
karşı olduğu içtihat, istihsan, kıyas gibi aklî/insâni araçları kullanarak,
re’y ile
yapılan içtihattır. Dolayısıyla hiç kimsenin dinde re’y ile içtihat
14
İbn Hazm, el-Muhalla bi'l-âsâr, Beyrut ty, I, 67.
15
Apaydın, “İbn Hazm”, DİA, XX, 46.
16
İbn Hazm, el-İhkâm, V, 121-141; VIII, 133 vd.
17
Tevbe (9), 122; Not: Meallerde; Abdülkâdir Şener, Cemal Sofuoğlu ve Mustafa
Yıldırım'ın
hazırladığı
“Yüce Kur'an ve Açıklamalı-Yorumlu Meâli” (İzmir 2009) kullanılmıştır.
18
Apaydın, “İbn Hazm”, DİA, XX, 46.
etme
yetkisi yoktur.19 Onlar buna delil olarak “Biz ezeli ilmimizde ve
koyduğumuz
yasalarda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”20 “Ey iman edenler!
Allah'a,
Peygambere ve sizin inancınızdan olan yöneticilerinize itaat edin.
Herhangi
bir meselede ihtilafa düştüğünüzde konuyu Allah'a ve Peygambere
götürün.”21
ayetlerini ileri sürerler.22 Bu yüzden, Zâhirî ekolün imamı kabul
edilen
Dâvûd ez-Zâhirî (270/883), re’yle ile içtihat ve kıyasın ispatı türünden
eserlere
bir reddiye niteliğinde “Kitâbu ibtâli’l-kıyâs” adlı kitabını kaleme
almıştır.23
Diğer
taraftan, Zâhirîler dışındaki usulcülere göre, hakkında nass
bulunmayan
bir meselenin çözüme kavuşturulması için gayrı meşru yollara
müracaat
etmenin adına, fıkıh usulü ıstılahında içtihat denmediği gibi;
nasslardaki
emir ve nehiylerin illetlerini anlamaya yönelik gayretin adına da
içtihat
denmez. Onlara göre re’y ile içtihat; kıyas, maslahat ve bunların dışındaki
meşru
delilleri kullanarak, bütün düşünceyi, gayreti hakkında nass bulunmayan
meseleler
üzerinde yoğunlaştırmaktır.24
Dinî/hukûkî
alanda asılsız, mesnetsiz bir şekilde re’y ile içtihat etmek
pek çok
yerde kınanmıştır.25 Ancak ulemâ, bu kınanan içtihadın sınırlarını çizme
hususunda
ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmına göre, kınanan sadece kıyas ve
re'ylerini,
hadisleri inkâr etme noktasında kullananların içtihatlarıdır. Büyük bir
ekseriyete
göre ise de, fıkhî meselelerde meşru bir delil olmaksızın zanna
dayanan ve
re’y ile yapılan içtihatlardır. İşte böyle içtihatlar cumhur tarafından
zemmedilmiş,
kınanmıştır.26
Zâhirîlere
göre ise, re’y ile içtihatta bulunmak, nefsin burhansız bir
şekilde
doğruyu bulma çabasıdır ki, bu kesinlikle câiz değildir.27 Dâvûd ez-
Zâhirî,
kıyas ve istihsanla içtihatta bulunmanın gereksiz ve câiz olmadığını
19
İbn Hazm, Usûl-i Dîn -Dinin Kaynaklarına Bir Bakış, çev. İbrahim Aydın, İnsan
yay.,
İstanbul
1991, s. 65.
20
En‘âm (6), 38.
21
Nisa (4), 59.
22
İbn Hazm, Usûl-i Dîn, s. 67.
23
İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, Dâru'l-Ma'rife yay., Beyrut 1978, s. 317.
24
Arif Halil Muhammed Ebû ‘Îd, el-İmâm Dâvûd ez-Zâhirî ve eseruhû
fi’l-fıkhi’l-İslâmî,
Dâru'l-Erkâm
yay., Kuveyt 1984, s. 135.
25
Bkz. İbn Abdi'l-Berr, Câmi'u beyâni'l-ilm ve fazluhû, Dâru İbni'-Cevzî yay.,
1994, II, 1202;
Necmü'd-dîn
et-Tûfî, Şerhu muhtasari'r-Ravza, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî,
Müessesetü'r-Risâle
yay., 1987, III, 288; Abdü'l-aziz b. Ahmed el-Buhârî, Keşfu'l-esrâr şerhu
Usûli'l-Pezdevî,
Dâru'l-Kitâbi'l-İslâmî, yy ty, III, 292; Menâ' b. Halîl el-Kattân,
Târîhu'tteşrî'i'-
İslâmî,
Mektebetü Vehbe yay., 5. bsk, 2001, s. 239.
26
Arif Halil Muhammed Ebû ‘Îd, a.g.e., s. 137.
27
İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 59, 120.
söyleyerek,
eğer Hz. Peygamber bir hükmün haram kılınışının illetini bize
bildirmediyse,
onun haram kılmadığı bir şeyin mesnetsiz bir şekilde illeti
belirlenip,
kıyas yoluyla haram kılınması câiz değildir, der.28 Ancak Hz.
Peygamber
illet belirlediyse, -elbiseni yıka çünkü üzerinde kan vardır- demesi
gibi, aynı
illete sahip konular, aynı hükme tabidir. Haram kılınmasının sebebi
açıkça
belirtilmeyen şeylerin dışında kalanlar yani ‘meskûtun anh’ olanlar ise,
affedilmişler
(‘ufiye anh), yani mubah kategorisinin içine girmişlerdir.29
Zâhirîlere
göre, bir kimsenin kendi re’yine göre hüküm vermesi, o hükmü
Allah’ın
hükmüymüş gibi dayatması demektir ki, bu da re’yle hükmetme hakkında
kesin bir
nass bulunmamasından dolayı, câiz değildir. Çünkü hakkında
nass
bulunmayan bir meselede -Allah’ın hükmü şöyledir- demek, ilimsiz,
mesnetsiz
ve meşru dayanağından yoksun konuşmaktır.30 Dolayısıyla bu, Allah
hakkında
iftirada bulunmak demektir.31 Bu durum, “Ey Peygamber onlara yine
şöyle de!
Benim Rabbimin haram kıldığı şeyler sadece şunlardır: Gizli ve açık
işlenen yüz
kızartıcı çirkin işler, her türlü kötülük, haksızlık ederek başkasının
malına-canına
tecavüz etmek, kendilerine tapınılacağına dair Allah'ın hiçbir delil
indirmediği
şeyleri O'na ortak koşmak ve (kendi kendinize haramlar icat ederek)
hakkında
bilgi sahibi olmadığınız yalan yanlış şeyleri Allah'a isnat etmek.”32 ve
“Onların bu
konuda hiçbir bilgileri yoktur. Ancak hayal mahsulü temelsiz
bilgilerin
peşinden gidiyorlar. Oysa hayal mahsulü temelsiz bilgi, hak ve hakikat
karşısında
hiçbir değer ifade etmez.”33 ayetleri gereğince haram kılınmıştır.
Gaî
yorumlamanın Zâhirî metodolojide yeri yoktur. Biz nassların illet ve
sebeplerini,
hükümlerin hangi amaca matuf vazedildiğini yine nass yoluyla öğrenebiliriz.
Bunun
dışında, akıl yürüterek, hükümlerin illetlerini tespit etme olanağımız
yoktur.34
Hz.Peygamber
ve Sahabenin içtihadına gelince, İbn Hazm,
peygamberlikten
önce Allah Rasûlünün içtihat ettiğini söylemeyi küfür
addeder.35
Resul-i Ekrem’in vahiy gelmemiş konularda şer’î ahkam koymasını
dinin
değiştirilmesi olarak gören İbn Hazm, onun bu konularda re’yi ile
hükmettiği
yolundaki hadislerin uydurma olduğunu söyler. Önceden bir
28
Bkz. Abdü'l-aziz b. Ahmed el-Buhârî, a.g.e., I, 74; III, 224.
29
Tâcu'd-dîn es-Sübkî, Tabakâtü’ş-Şâfi‘iyyeti’l-kübrâ, thk. Mahmûd Muhammed
et-Tenâhî,
İsâ
el-Bâbî el-Halebî yay., Kahire 1964, II, 46.
30
Arif Halil Muhammed Ebû ‘Îd, a.g.e., s. 135.
31
İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 16.
32
A‘râf (7), 33.
33
Necm (53), 28.
34
İbn Hazm, el-İhkâm, VIII, 76.
35
İbn Hazm, a.g.e., VII, 113.
yasaklama
bulunmaması ve istediği gibi tasarruf etmesine, Allah tarafından izin
verilmesi
şartıyla, Hz. Peygamber’in dünya işleri, harp taktikleri gibi konularda
uygun
gördüğü şekilde davranmasının caiz olduğunu belirtir. Diğer taraftan
peygamberin
huzurunda sahabenin içtihat etmesi, emrolundukları veya
yasaklandıkları
bir konuda değil, sadece mubah olan konularda vuku bulmuştur.
Bir şeyin
farz veya haram kılınması gibi hususlarda hiçbir kimse kendi re’yi ile
içtihat
edemez; aksi halde, Allah’ın izin vermediği bir hükmü ortaya koymuş
olur. İbn
Hazm, öteki usulcülerin sahabenin re’y içtihadına gerekçe yaptıkları
Muâz b.
Cebel hadisiyle36, Abdullah b. Amr’a isnad edilen, “Senin huzurunda
içtihat mı
edeceğim, yâ Resûlallah!” şeklindeki rivayetin sahih olmadığını ileri
sürer.37
Öyle
anlaşılıyor ki, Dâvûd ez-Zâhirî ve takipçileri, dînde hüküm
koymanın
ilâhî yönü üzerinde durmakta, dolayısıyla kıyas ve re’y gibi aklî/insânî
ameliyelerin,
bu ilâhî akîdeyle çeliştiğini; bu beşerî tercihlerin, hukukun ilâhî
yönünü
zedelediğini; eğer din akıl ile olsaydı, hükümler Kitap ve Sünnette
olduğundan
farklı bir şekilde ortaya konurdu, demek ister gibidir. Re’y ile
hükmetmenin
câiz olmadığını söylerken en önemli delillerinden biri, Kur’ân ve
Sünnet’in
bütün olaylar hakkında re’ye ihtiyaç duymaksızın genel anlamlar ifade
ediyor
olmasıdır. Çünkü Allah Kur’an’da buyurmuştur ki, “Biz ezeli ilmimizde
ve
koyduğumuz yasalarda hiçbir şeyi eksik bırakmadık”,38 “biz sana kitabı her
şeyi
açıklasın diye indirdik”.39 Ona göre bu ayetler, Kur’ân ve Sünnette her şeyin
hükmü
açıklandığı anlamına gelmektedir. Eğer bir konu hakkında nass yoksa,
“O Allah
ki, yeryüzünde ne varsa sizin için yaratmıştır”40 ayeti gereğince
mubahtır.
III- ZAHİRİLERE GÖRE TAKLİT
İbn Hazm,
“el-İhkâm fî usûli'l-ahkâm” adlı eserinin otuz altıncı
bölümünü
“Taklîdin iptâli” (ibtâlü't-taklîd) şeklinde başlıklandırır. Burada
taklidin
haramlığı üzerinde durarak, sahâbe de dahil olmak üzere hiç kimsenin,
özellikle
de mezhep imamlarının taklit edilemeyeceği fikrini savunur.41 Bu fikir
Zâhirî
metodolojinin en ayırt edici özelliklerindendir. Ona göre taklit, Hz.
Peygamber
dışında birinin söylediği sözü, delilsiz kabul etmek ve onun delili
konusunda
ikna olmadan sözüne inanmak demektir.42 Allah’ın emrettiği şey
36
Ebû Dâvûd, Akdıyye, 11; Tirmizî, Ahkâm, 3; Ahmed, Müsned, II, 230, 236, 242.
37
İbn Hazm, a.g.e., VI, 26 vd.
38
En‘âm (6), 38.
39
Nahl (16), 89.
40
Bakara (2), 29.
41
İbn Hazm, a.g.e., VI, 169 vd.
42
Chejne, A. G., Ibn Hazm, Kazi Publications, Chicago 1982, s. 122.
kesin
burhandır. Dolayısıyla ona uymak taklit sayılmaz. Taklit, Allah’ın uymayı
emretmediği
birine uymak; Hz. Peygamber dışındaki birinin sözünü –delilsiz bir
şekilde-
falan kişi dedi diye benimsemektir.43
İbn Hazm,
taklit ehlinin, filan veya falanın söylediği bir söze tabi
oldukları
sürece, isyan içinde kaldıklarını söyler. Çünkü bunların görüşlerine
uyduğu,
itimat ettiği ve güvendiği kimseler, gerçekte görüşlerine uyulması Allah
tarafından
emredilmiş kimseler değildir. Dolayısıyla taklidi kabul edenler de
uyulması
gerekmeyen insanlara uymuş olmaktadırlar. İbn Hazm’a göre,
taklitçiliği
meşrû sayanların, kendileri tarafından taklit edilen birisi ile
başkalarının
taklit ettiği diğer insanlar arasında fark yoktur. Dahası bu tür
insanların
kimin daha alim olduğunu tayin etmeleri de mümkün değildir.44
Diğer
taraftan, taklidi savunan kimselere göre bu her bakımdan mubahtır.
Nitekim,
İbn Mes‘ûd (32/652) da Hz. Ömer’i taklit emiştir. İbn Hazm bu
görüşe
katılmaz. Ona göre İbn Mes‘ûd Hz. Ömer’e sadece bir yerde tabi
olmuştur. O
da dedenin kardeşlerle birlikte mirasçı olması halinde, alacağı pay
konusudur.
Ama bu ihtilaflıdır. Çünkü dedenin bir yerde üçte bir, başka bir
yerde de
altıda bir alacağı söz konusudur. İbn Mes‘ûd’un Hz. Ömer’e tabi
olması ise,
taklidin meşruiyetinden değildir. Bilakis onun halife olan Ömer’in
valisi
olmasındandır. Buna karşılık, İbn Mes‘ûd, Hz. Ömer’e, yüzlerce konuda
muhalefet
etmiştir.45 Bazıları Ebû Hanîfe, Şâfi‘î ve Malik’in İbn Mes‘ûd’u taklit
ettiğini
zannetmişlerdir. Ama gerçekte, onlardan hiçbiri, İbn Mes‘ûd’u ne taklit
etmiş, ne
de görmüştür. Ayrıca, İbn Hazm’ın tahriç ettiği bazı haberlere göre
sahabe
arasında, Kur’an ve Sünneti en iyi İbn Mes‘ûd’un bildiği anlaşılmaktadır.
O nedenle,
bu kadar bilgili birisinin başkalarını taklit ettiğini iddia etmek doğru
değildir.46
İbn Hazm’a
göre, taklitçilerin ileri sürdüğü bilgiler arasında kimin taklit
edileceği
konusunda bir takım çelişkili iddialar vardır. Çünkü Ebû Hanîfe,
Mâlik,
Şâfi‘î ve bunların öğrencileri gibi daha sonra gelenler, kendi aralarından
birini
taklit ettikleri halde; taklidin meşruiyeti için taklit edilmeleri gerektiğini
ileri
sürdükleri Hz. Ömer ve benzerlerini taklit etmemişlerdir. Eğer öncekilerin
yani
sahabenin taklit edilmesi gerekirse, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şâfi‘î’nin taklit
edilmesi
batıl olur. Şayet öncekilerin taklit edilmesi bâtıl ise, sonrakilerin taklit
edilmesi,
ondan daha batıl olacaktır.47
43
İbn Hazm, el-İhkâm, VI, 59.
44
İbn Hazm, a.g.e., VI, 60.
45
İbn Hazm, a.g.e.., VI, 62.
46
İbn Hazm, a.g.e., VI, 62.
47
Demirci, a.g.e., s. 149.
İbn Hazm,
taklit taraftarlarının Muâz’a isnat ettikleri bazı haberlerden
bahseder.
Fakat ona göre bu haberler onları değil, bilakis kendi görüşlerini teyit
etmektedir.
Muâz’ın, müslümanları gayr-i müslimlere varis kılma hususunda bir
yol
açtığını, taklitçilerin de ona tabi olarak bu hükmü dinin emri saydıklarını
ifade
ettikten sonra, bunun dinle alay etmek olduğunu söyler. Şunları da ilave
eder: Eğer
onlar, bu haberlerle müslümanların Ebû Hanîfe, Mâlik veya Şâfi‘î’yi
taklit
etmeleri için gerekçe saymak istiyorlarsa ahmaklık etmektedirler.48
İbn Hazm’ın
ifadelerine göre taklitçiler, selefe ittibâ edilmesi için genelde
şu âyetleri
delil getirmişlerdir. “Ey iman edenler! Allah'a, Peygambere ve sizin
inancınızdan
olan yöneticilerinize itaat edin. Herhangi bir meselede ihtilâfa düştüğünüzde
konuyu
Allah'a ve Peygambere götürün. Çünkü siz, Allah'a ve âhiret
gününe
inanan insanlarsınız. Bilin ki, bu sizin için daha hayırlıdır ve neticesi en güzel
olan da
budur.”49 “Müminlerden bir mazereti olmaksızın (tembellik ederek)
savaşa
katılmayıp evlerinde oturanlar, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
savaşanlarla
asla eşit değildirler. Allah mallarıyla, canlarıyla savaşa katılanları,
katılmayanlardan
bir bütün müminlere cenneti vadetmişse de O, savaşanları
(mazeretleri
olsun olmasın) savaşmayanlardan daha üstün kılmıştır.”50 “İman ve
itaate en
önde olan Muhacir ve Ensardan ve güzel işler yaparak onların
yolundan
giden bütün müminlerden Allah razı olmuş, onlar da Allah'tan razı
olmuşlardır.”51
“Ey Peygamber! Andolsun ki, Allah (Hudeybiye'de) o ağacın
altında
sana bey'at eden müminlerden hoşnut olmuştur.”52 “Muhammed, Allah'ın elçisidir.
Onunla
beraber olanlar düşmanlara karşı başları dik ve güçlü; kendi aralarında ise
şefkatli ve merhametlidir. Sen onları hep rüku
ve secde
eder halde görürsün”53 İbn Hazm’a göre, bu ayetler, esasen taklitçiliğin
aleyhinde
delillerdir.
Çünkü bunlardan bazıları, sahabe için sadece övgü mahiyetinde olup,
onların
taklit edilmelerini gerektiren hükümler ihtivâ etmemektedir.54 Ona göre,
sahabe,
kendi görüşlerini Peygamber’in sözleri karşısında terk ettiği halde;
taklitçiler,
sahabe sözlerini Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şâfi‘î’nin sözleri karşısında
bırakmışlardır.55
İbn Hazm,
sahabenin ileri gelenlerinin de hata edebileceğini savunur. Bu
görüşünü
desteklemek için Buhârî kaynaklı bazı hadislere atıf yapar. Dolayısıyla
İbn Hazm,
yanılmaları muhtemel insanların taklit edilemeyeceği tezi üzerinde
48
İbn Hazm, a.g.e., VI, 236.
49
Nisâ (4), 59.
50
Nisâ (4), 95.
51
Tevbe (9), 100.
52
Fetih (48), 18.
53
Fetih (48), 29.
54
İbn Hazm, a.g.e., VI, 236.
55
İbn Hazm, a.g.e., VI, 237.
ısrarla
durur.56 Mesela, ona göre, taklitçilerin dayandığı ve Peygamber’e isnâd
edilen:
“Siz, benim hakkımda ihtilaf etseydiniz, ben de size muhalefet
etmezdim”
mealindeki haber de sahih değildir.57 O nedenle Hz. Ebû Bekir ve
Ömer gibi
büyük sahabîlerin görüşleri ne dünya işlerinde, ne de İslam şeriatında
taklit
edilmemesi gerekir. Başka bir haberde de, Hz. Ebû Bekir ve Ömer ihtilaf
ettikleri
zaman Peygamberin onları ikaz ettiği varittir. Ama İbn Hazm, bu haber
için de
kendine özgü üslubuyla şöyle der: “Bu haber sahih değildir. Sahih olsa
bile
taklitçiliği desteklemez.”58
Böylece,
İbn Hazm, taklidin butlânını ve dinde yerinin olmadığını gösterme
sadedinde,
birçok ayet zikretmiş; aksini ispatlamak üzere ileri sürülen
hadislerden
çoğunun uydurma olduğunu, sahih olanların ise, saptırıldığını kanıtlamaya
çalışmıştır.
Ona göre, Hz. Peygamber’in övgüsüne mahzar olan ilk üç
nesilden
hiç kimse, bir diğerini taklit etmemiş; taklitçilik dördüncü nesilden
itibaren
başlamıştır. Bilhassa, mezhep imamlarının ilmî yönden zayıf olan arkadaşları,
onları
taklit etmişler; buna mukabil daha güçlü olanlar, imamlarına ve
üstatlarına
muhalefet etmekten çekinmemişlerdir.59 Taklidin cevazını göstermek
için öne
sürülen, “Herkes fıkhı Kur’an ve Sünnet’ten alabilecek derecede anlayış
kapasitesine
sahip değildir” şeklindeki yaygın delili çürütmeye çalışan60 İbn
Hazm,
avamdan bir kimsenin bile, dinî bir mesele ile karşılaştığında gücü oranında
ictihad
etmesi veya fetva istediği konuda Allah ve Resulü’nün sözünü bildirecek
ölçüde ilmî
yetkiye sahip, alim bulması gerektiğini söyler.61 Ona göre,
hata eden
müctehid isabet eden mukallitten üstündür. Hata eden mukallit ise,
taklit
günahı yanında bir de hataya kanaat getirme günahını işlemiş olur.
İbn Hazm,
“el-Fasl fi'l-milel ve'l-ahvâ-i ve'n-nihâl” adlı eserinde
Endülüslü
alimlerin içine düştüğü taklit girdabından ve aşırı mezhep
taassubundan
şöyle yakınır: “Endülüs alimleri bir meselenin çözümü sadedinde
asla delil
aramakla uğraşmaz. Onların delil anlayışları Kur'an ve Sünneti taklit
ettikleri
veya tabi oldukları imamlarının görüşlerine uydurmaktan ibarettir. Eğer
bu nasslar
kendi önderlerinin görüşleriyle uyumlu ise onlarla amel ederler. Aksi
durumda,
âyet ve hadisi bırakır, imamlarının görüşlerine uyarlar.”62 Endülüs’te
taklitçilik
o derece ileriye gitmiştir ki, İmam Mâlik'in görüşlerinin derlendiği el-
Müdevvene
veya el-Müstahrece’deki (el-Utbiyye) meseleleri ezberleyenler fakih
56
İbn Hazm, a.g.e., VI, 238 vd.
57
İbn Hazm, a.g.e., VI, 239.
58
İbn Hazm, a.g.e., VI, 243.
59
İbn Hazm, a.g.e., VI, 142-146.
60
İbn Hazm, a.g.e., VI, 131-132.
61
İbn Hazm, el-Muhallâ, I, 66.
62
İbn Hazm, el-Fasl, II, 92-93.
kabul
edilmiştir. Hatta İbnü’l-Münzir’in “Kitâbu’l-ihtilâfi’l-evsat”ına sahip
olmayanların
fetva vermesinin helal sayılmadığını belirten İbn Hazm, bu anlayışı
kesinlikle
yanlış bulmaktadır. Birçok yerde fıkıh ilminin hayırsız, cahil ve bilgisiz
kişilere
kaldığını, fetva vermesi caiz olmayan nice fasık kişiler gördüğünü de
ayrıca
belirtmektedir.63
NETİCE
Zâhirîler,
dînde hüküm koymanın ilâhî yönü üzerinde durmakta ve
dolayısıyla
kıyas, re’y gibi aklî ve insânî faaliyetlerin bu ilâhî akîdeyle çeliştiğini;
bu beşerî
tercihlerin hukukun ilâhî yönünü zedelediğini; eğer din akıl ile olsaydı
hükümler
kitap ve sünnettekinden farklı bir şekilde ortaya konurdu demek
istemektedirler.
Muhtemeldir
ki, Endülüs'teki aşırı taklit içeren tutumların yaygınlaşması
İbn Hazm ve
taraftarlarının Zâhirî düşünceye şiddetli bir şekilde
sarılmalarına
neden olmuştur.
Onlara göre
taklit kesinlikle caiz olmadığı gibi içtihat da alelade yapılacak
sıradan bir
hüküm çıkarma ameliyesi değildir. Hele hele kıyas, re'y, istihsan gibi
kuralları
ve şartları kişiden kişiye değişmesi muhtemel olan yöntemlerle hüküm
çıkarmak
hiç de caiz değildir. Çünkü Allah ve Rasülü dînî meselelere taalluk
eden
nassları açıklamışlar ve hiçbir şeyi eksik bırakmamışlardır. Onların açık bir
şekilde
emrettiği veya yasakladığı şeyler vardır. Bunların dışındakiler de
mubahtır.
Kur'an ve sünnette anlamı kapalı veya mecaza hamledilmiş nass
kesinlikle
yoktur. Bir anlam mecaza hamledilse bile biz bunu ancak başka bir
nass ile
bilebiliriz. Yoksa herkes için farklı hükümler çıkarmak söz konusudur
ki, bu
ilahi hitabın tabiatına aykırıdır. Taklit ise körü körüne bağlılıktır. Onlara
göre bu
şekilde Sababenin ileri gelenleri dahi taklit edilemez. Çünkü bu konuda
açık bir
emir yoktur. Üstelik Sahabe'nin hata yapma ihtimali de varken taklit
edilmesi
tasvip edilecek bir durum değildir. Ancak delillerin bilinmesi kaydıyla
bir
başkasının görüşü kabul edilebilir. Bu duruma zaten taklit denemez.
İçtihat
ancak bir meselenin hükmünü Kur'an ve sünnette bulma
çabasından
ibarettir. Kendi istek ve arzularımızı nasslara söyletmek içtihat
etmek demek
değildir. Zira dinde keyfilik hoş karşılanmamış ve zemmedilmiştir.
Böylece
nassların zâhirine sarılmak suretiyle keyfiliğin önüne geçilecek, ayet ve
hadisleri
kendi heva ve hevesleri doğrultusunda kullananlar engellenecek ve
nihayetinde
zihinler dinde yeri bulunmayan fikirlerden korunmuş olacaktır.
HOCAMIZA ÇALIŞMASI İÇİN
TEŞEKKÜR EDER.HAYRININ DEVAMINI DİLERİZ.
EBU DAVED
63
İbn Hazm, el-İhkâm, V, 120.
KAYNAKÇA
APAYDIN,
Yunus, “İbn Hazm”, DİA, XX, İstanbul 1999; “İctihad”, DİA,
XXI,
İstanbul 2000.
el-BUHÂRÎ,
Abdü'l-aziz b. Ahmed (730/1330) Keşfu'l-esrâr şerhu Usûli'l-
Pezdevî,
Dâru'l-Kitâbi'l-İslâmî, yy. ty.
el-CESSÂS,
Ahmed b. Ali Ebû Bekir er-Râzî (370/980), el-Fusûl fi'l-usûl,
Vezâratü'l-Evkâf
yay., Kuveyt 1994.
CHEJNE,
A. G., İbn Hazm, Kazi Publications, Chicago 1982.
EBÛ
‘ÎD, Arif Halil Muhammed, el-İmâm Dâvûd ez-Zâhirî ve eseruhû fi’lfıkhi’l-
İslâmî,
Dâru'l-Erkâm yay., Kuveyt 1984.
EBÛ
İBRÂHİM, Muhammed b. İsmâil (1182/1768), İrşâdü'n-nükâd ilâ
teysîri'l-ictihâd,
thk. Salâhuddîn Makbûl Ahmed, ed-Dâru's-Selefiyye,
Kuveyt
1405.
EBÛ
YA'LÂ el-FERRÂ, Muhammed b. Hüseyin (458/1066), el-Udde fîusûli'l-
fıkh,
thk. Ahmed b. Ali, Riyad 1990.
FAHRUDDÎN
er-RÂZÎ, Ebû 'Abdillah Muhammed b. Ömer (606/1209) el-
Mahsûl
fî-ilmi usûli'l-Fıkh, thk.Tâhâ Câbir Feyyâz el-Alvânî,
Müessesetü'r-Risâle,
Beyrut 1418/1997.
HALLAF,
Abdulvehhab, Masadiru't-teşrî'i'l-İslâmî, Dâru'l-Kalem, Kuveyt,
1970.
İBN
ABDİ'L-BERR, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillâh (463/1071) Câmi'u
beyâni'l-ilm
ve fazluhû, Dâru İbni'-Cevzî yay., Suud 1994.
İBN
HAZM, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, el-İhkâm fî-usûli'l-ahkâm, thk.
Ahmed
Muhammed Şakir, Dâru'l-Âfâkı'l-Cedîde, Beyrut ty.
el-Muhallâ
bi'l-âsâr, Beyrut ty.
Usûl-i
Dîn -Dinin Kaynaklarına Bir Bakış, çev. İbrahim Aydın, İnsan
yay.,
İstanbul 1991.
İBNÜ’n-
NEDÎM, Muhammed b. İshak Ebû'l-Ferec (385/995), el-Fihrist,
Dâru'l-Ma'rife
yay., Beyrut 1978
İBN
RÜŞD, Ebu'l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Hafid
(595/1119),
ez-Zarûrî fî-usûli'l-fıkh, Thk. Cemâlüddîn el-Ulvî, Dâru'l-
Garbi'l-İslâmî,
Beyrut 1994
Zâhirî
Metodolide İçtihat ve Taklîd _____________________________________ 127
İBN
KAYYİM el-CEVZİYYE, Şemsü'd-dîn Muhammed b. Ebî Bekr
(750/1351)
İ'lâmu'l-muvakki'în an-Rabbi'l-âlemîn, Dâru'l-Cîl yay.,
Beyrut
1973.
KARAMAN,
Hayrettin, İslam Hukukunda İçtihat, Ankara 1975.
el-KATTÂN,
Mennâ' b. Halîl, Târîhu't-teşrî'i'-İslâmî, Mektebetü Vehbe yay.,
5.
bsk, 2001.
KOŞUM,
Adnan, “İçtihatta Hata ve İsabet Tartışmaları Işığında Öznellik ve
Nesnellik
Sorunu”, Usûl: İslâm Araştırmaları, Sakarya 2006.
en-NEMLE,
Abdülkerim b. Ali b. Muhammed, el-Mühezzeb fî-'ilmi usûli'lfıkhi'l-
mukâren,
Mektebetü'r-rüşd, Riyad 1999.
es-SÜBKÎ,
Tâcu'd-dîn Abdü'l-Vehhâb Takıyyu'd-dîn (771/1370) Tabakâtü’şŞâfi‘
iyyeti’l-kübrâ,
thk. Mahmûd Muhammed et-Tenâhî, İsâ el-Bâbî el-
Halebî
yay., Kahire 1964.
ŞAKİR
el-HANBELÎ, Fıkıh Usulü, trc. Mustafa Yıldırım, İzmir İlahiyat
Fakültesi
Yay., İzmir 2010,
eş-ŞİRÂZÎ,
Ebû İshak Ali b. Ahmed (476/1083), et-Tebsıra fî-usûli'l-fıkh,
thk.
Muhammed Hasan, Dâru'l-Fikr, Dimeşk 1403.
el-Lüma'
fi Usûli'l-Fıkh, Dârü'l-Kütübi'l İlmiyye, Beyrut 2003.
et-TÛFÎ,
Süleyman b. Abdi'l-kavî Necmü'd-dîn (716/1316), Şerhu
muhtasari'r-Ravza,
thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî,
Müessesetü'r-Risâle,
1987.
ZEKİYYÜDDİN
ŞABAN, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûlü'l-Fıkh),
çev.
İbrahim Kafi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1996.
ez-ZEBÎDÎ,
Ebu'l-feyz Muhammed Murtaza el-Huseyni el-Vâsitî (1205/1791),
Tâcü'l-'arûs
min-cevâhiri'l-kâmûs, Daru'l-Hidâye, yy., ty.
ez-ZÜHAYLÎ,
Vehbe, el-Fıkhu'l-İslâmi ve edilletühü, Dımaşk 1405/1985.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder